Kaplan ve sol

BDP milletvekili Hasip Kaplan partisinin seçimlere HDK değil de, BDP olarak girmesi gerektiğini söylemiş. Bir dizi gerekçeyle birlikte…

Örneğin böylesine kritik bir uğrakta at değiştirilmesinin yanlışlığına işaret etmiş. Doğrudur, siyasetin kurallarından biridir bu ama öte yandan siyasette yeni hamleler çoğu kez yeni araçlara gereksinir.

Tartışmalı bir konu anlayacağınız. Elbette BDP’nin ve onunla beraber, HDK’yı oluşturan güçlerin iç meselesidir. Tartışacak ve bir karar verecekler muhakkak.

Benim üzerinde durmak istediğimse, Hasip Kaplan’ın Türkiye soluna dair söyledikleri… Tekrar etmeyeceğim, Kaplan özet olarak, “Türkiye solundan bir şey çıkacağı yok, biz kendi gücümüze güvenelim, işimize bakalım” demiş.

O halde soralım: Türkiye solundan ne bekleniyordu da hayal kırıklığına uğrandı?

Hayal kırıklığının tek bir nedeni olabilir: Kürt sorununa duyarsızlık ya da Kürt sorununda etkisizlik.

Çünkü, Türkiye solunun bağımsız, sınıf eksenli bir güç kazanmasını arzuladıklarına ilişkin bir veri yok ortada. Tersine, bu doğrultuda her tür arayışı “milliyetçilik”le, “kemalizm”le suçladılar.

Solun Kürt ulusalcılığı gölgesinde kişilik ve güç kazanamayacağını ise hiç anlamadılar ya da anladılar da önemsemediler.

Kaplan solun sürekli bölünmesinden şikayetçi. Evet, solda bu hastalık var ama hastalığın nedeni toplumsallaşamama. Halkla buluşamazsanız, birbirinizi yersiniz. Siyaset yasası. Toplumsallaşamamanın nedenleri arasındaysa Kürt ulusalcılığının etkisini saymak hiç de haksızlık değil. Bu söylendiğinde gündeme getirilen “milliyetçilik” suçlaması, ne yazık ki milliyetçi bir yaklaşımın ürünü olabilir ancak.

Oysa, sol Türk ya da Kürt ulusalcılığına sığmaz.

Hem Kürt ulusalcılığının gölgesi düşürülecek hem de “soldan bir şey olmuyor” denecek! Türkiye solunda son yıllarda yaşanan neredeyse bütün bölünmelerde Kürt sorununun, daha doğrusu Kürt ulusalcılığıyla nasıl ilişkileneceği sorusunun izi var.

Hasip Kaplan Türkiye solunu beğenmiyor olabilir, beğenilecek durumda da değil pek Türkiye solu. Öte yandan, Türkiye solunun Kürt ulusalcılığının yönlendirmesi, öncülüğü ya da dayatmalarıyla bir yere gelemeyeceğini herhalde onca yıldan sonra anlamıştır.

“Çok çaba harcadık, elimizden geleni yaptık ama bir işe yaramadı, görülüyor halleri” türü değerlendirmelerden uzak durmalı. Artık kimse kimsenin abisi değil, hamisi değil. Tekrar altını çiziyorum, Türkiye solu Türk ya da Kürt, ulusalcılığın gölgesinden mutlaka kurtulmalıdır. Dostluklar, dostlarının ya da müttefiklerinin iyiliğini, başarısını istemekle başlar. “Bana boyun eğsin” yaklaşımı dostluk değildir. Türkiye solunun Kürt ulusalcılığının himayesinde güçlenmesi, örgütlenmesi, kimlik ve kişilik kazanması, daha somutunu söyleyeyim Meclis’e taşınması sol adına bir değer taşımamaktadır.

Bunları söylemek ne Kürt sorununu küçümsemek ne de Kürt kalkışmasının geri dönüşü olmayan kimi kazanımlarını yok saymaktır. Türkiye solunun zayıflığını Kürt ulusalcılığına bağlamak gibi saçma bir düşüncem de yok. Bununla birlikte, Türkiye solunun Kürt ulusalcılığının siyasal açılımlarına duyarlılık göstererek güçleneceği düşüncesinin hiçbir inandırıcılığının kalmadığını söylemek durumundayız.

Bugün Kürt ulusunu Türkiye’ye, bir tarafında AKP’nin durduğu temelsiz bir barış süreci bağlıyorsa, bu elbette bizim utancımızdır. Ne ki, bu bir sonuçtur. Türkiye solu Türkiye işçi sınıfına, emekçi halka umut vermediği sürece bu ülkenin kaderi değişmeyecektir. Kürtler adına konuşanlar “biz seçeneksiz değiliz” diyorlar zaman zaman. Doğru olabilir. Ama biz bu ülkeyi değiştirmek söz konusu olduğunda seçeneksiziz, başka çaremiz yok!

Ve bunu yapmakla yükümlüyüz. Bunu birlikte yapamadık. Kürt halkının politikleşen unsurlarının büyük çoğunluğu hayata, bu coğrafyaya başka yerden bakıyor. Bazı Kürtler ise sözünü ettiğim seçeneksizliğin parçası olarak görüyor kendini ve birlikte mücadelenin gereklerini yerine getiriyor. Bir süre böyle devam edecek belli ki.

Sonra… Hedefler, konumlanışlar, emperyalizm ve gericilik karşısındaki tavır yolları birleştirecek ya da daha da ayıracak.