Kafanız mı karıştı? Sıfırlayın!

Stratejik hesaplara çok meraklısınız... Hangi küresel gücün kimi desteklediğini, rekabet halindeki büyük devletlerin birbirlerine nasıl çelme attıklarını, Türkiye’de önümüzdeki seçimlerde başa güreştirilen partilerin her birinin arkasındaki oluşan uluslararası koalisyonların mantığını merak ediyorsunuz...

Haksız değilsiniz. Bütün bu karmaşadan insanlığın payına savaşlar, darbeler, sınır değişiklikleri düşüyor. Takip etmek, önlem almakta yarar var kuşkusuz.

Ancak bir noktadan sonra bütün bu ittifakları, eksen oynamalarını, bozulup bozulup yeniden kurulan dengeleri elinizin tersiyle ittirebilecek bir özgüvenle hareket etmenizde yarar var.

Öbür türlü gelişmeleri izleyemez, başınız döner ve sağa sola bakmaktan yorgun, aciz duruma düşersiniz.

Rusya ile Almanya’nın yakınlaşıp Amerika Birleşik Devletleri’ni ters köşe yapacaklarına dair veriler birikiyordur, Berlin’dekiler ABD’nin İran ve Suriye politikasından memnun değildir örneğin...

Sonra bir bakarsınız, NATO’da en saldırgan, en militarist politikaları Alman emperyalistleri savunuyor!

Çin Halk Cumhuriyeti ile Hindistan arasında yıllardır süregelen anlaşmazlıklar bir türlü çözümlenemediği için Hindistan yönetiminin son yıllarda ABD’ye yanaşmaya çalıştığını gözlemektesiniz.

Yine bu ülkeyle sürekli gerilim yaşayan Pakistan ise Washington’dan uzaklaşmakta, ordusunu Çin yapımı silahlarla donatmaktadır. Bu coğrafyadaki yeni dengelere dair değerlendirmelerinize tam nokta koyacaksınız, bir haber okursunuz, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu ve Hindistan ortak askeri tatbikat yürütmektedir. Uymadı modele!

Tek tek ülkelerin içinde de aynısı geçerlidir.

Seçime doğru giderken Türkiye’de kimin eli kimin cebinde belli mi? Koalisyon seçenekleri sonsuz değilse, bunun nedeni, Meclis’e sadece dört partinin girme olasılığındandır. Aralarında mümkün olan her tür kombinasyonla hükümet kurabilecekler. Vay kardeş vay...

Ya arka plandakiler? Hani derin devlet, darbeciler, asker vesayetçileri filan... Askerle polis çatışıyormuş. Çatışma nedeni de, “çözüm süreci”nin eşsahibi AKP’nin Kürtlerin yoğun yaşadığı yerleşimlerde operasyon yapma isteğine, düne kadar Kürt siyasetinin “çözümü baltalamak istiyor” dediği askerler itiraz ediyormuş. Doğrudur, yanlıştır; uydurmadır, gerçektir.

Ama şaşırmıyoruz, şaşırmıyorsunuzdur.

Peki, Suriye’de neler oluyor öyle?

İsrail İslamcı silahlı grupları destekliyor. Beri yandan İslamcı teröre karşı gerekirse nükleer silah kullanırım diye dayılanıyor. ABD IŞİD’le savaşıyor, IŞİD’e geçişte “hazırlık sınıfı” işlevi gören bir dizi silahlı örgütü eğitip donatıyor. AKP Türkiyesi de IŞİD büyük tehlike diyerek Şam yönetimini zayıflatıp devirmek için her tür fesatı deniyor.

Bütün bunlar yalnızca ikiyüzlülüğün ürünü mü?

 Kesinlikle hayır.

Çok ciddiye alıyoruz bu stratejik hesapları ama biliyoruz ki, uluslararası tekellerin çıkarları söz konusu olduğunda bu hesaplar, yüzbinlerce hatta milyonlarca insanın yaşamına mal olsa bile, birer ayrıntıdır.

Dünyamızı kana bulayacak, hatta yok edecek bir savaşı göze alıyorlar, lakin bir şey hiç değişmiyor: Sermayenin egemenliği...

Farklı sermaye gruplarının farklı çıkarları belirliyor bütün bu stratejik kavgaların doğrultusunu.

Öte yandan, bu stratejik kavgalar sürerken dahi kapitalistlerin kâr gemisi yüzmeye devam ediyor.

Putin Obama’ya meydan okurken, Moskova’daki finans kuruluşları Avrasya coğrafyasında Amerikan tekelleri için yeni kapılar aralıyor, Çin ile ABD’nin müttefiki Japonya arasında her gün tırmanan gerginlik Japon firmalarının Çin’deki yatırımlarından vazgeçmesine neden olmuyor.

Koç grubu ile Erdoğan arasındaki ilişkiyi düşünün...

Bir kavga var kuşkusuz, ama hayat devam ediyor.

Nedir o hayat?

Yurtta sömürü, cihanda sömürü!

Başkalarının kavgası bizim çenemizi yoruyor işin gerçeği. Yalnız çenemizi yormuyor, hayatımızı karartıyor. Evet itler arasındaki dalaşı izlemek, önlem almak, fırsatları değerlendirmek gerekiyor illa.

Ama...

Bilmeliyiz ki, bu kavga bizim kavgamız değil.

Bu saflaşmalar bizim saflaşmamız değil.

Biz aydınlıktan, özgürlükten, ileri olandan, güzelden, haklıdan yana olmak zorundayız.

Bunun artık ilk koşulu, insanın insanı sömürmesini kabullenmemek.

Öbür türlüsü, zengin sınıfların eğlencesidir.

Herkes ikinci hüloooğ vakası ile dalga geçti.

Diktatörü ısırıp yalamak isteyen adam, insanlıktan çıkışın son evrelerinden birini temsil ediyordu.

Oysa insanlıktan çıkışın başlangıç noktası, sermayenin egemenliğini kabullenmektir.

Kabullenmeyin. Sıfırlayın.