Kadir Abi’ye, Gökçek’e ne oluyor?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş bizzat AKP’lilerin uyguladığı mobbing sonrasında istifa etti. Görülüyor ki, Topbaş daha kapsamlı bir operasyonun parçası olarak gönderildi. Şimdi aralarında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in de bulunduğu belediye başkanlarının da istifa ettirileceği söyleniyor, yazılıyor. Belli ki, Erdoğan bazı şeyleri mobbing uygulayarak çözmeyi sevdi, böyle devam edecek. 

Peki neden?

Kimilerine göre Erdoğan AKP içindeki Fethullahçıları temizlemeye karar verdi. Oysa böyle bir şey yok; Gülen cemaatini karanlık bir konspirasyondan ibaret sananlar hep bu hatayı yapıyor. İmamlar, ablalar filan bunlar işin sadece bir boyutuydu. Hep söylediğimiz gibi Fethullah Gülen’in asıl gücü, sistemin, elinde operasyonel bir güç olan bu hareketi resmi olarak kendi merkezine yerleştirmesiydi. Sistem derken, kendisine iş dünyası diyen sermaye sınıfını, sivil ve asker bürokrasiyi, devlet kurumlarını ve bir bütün olarak düzen siyasetini kastediyoruz. 

Dolayısıyla Fethullahçılar devlete sızmadı, Türkiye’ye hâkim olan uluslararası ve “ulusal” güçler Fethullahçılığa tarihsel bir misyon yükledi. Bu anlamda bir savcının, bir emniyet müdürünün, bir albayın Fethullahçı olup olmadığını sorgulamak mümkündür ama daha üst düzeylerde bu imkansızdır. Çünkü Türkiye’de sistemin içinde olup da buna direnen ve direndiği için bedel ödeyenler dışında hemen herkes aynı misyonun parçası olmuştur.

Melih Gökçek Fethullahçı mıdır, değil midir sorusu bu anlamda saçmadır. Soruyu soran kişinin “Erdoğan Fethullahçı mıdır, değil midir” sorusunu da sorması gerekir. Sormayıp, bir de üstüne “AKP içindeki FETÖ’cüler ayıklansın” demek ya da “ayıklanıyor” müjdesini vermek gerçekten abesle iştigaldir.

Bu soruların yanıtı hem evet hem hayırdır ve bir yerden sonra önemi yoktur.

AKP kendi içindeki Fethullahçıları ayıklayamaz. Çünkü Fethullahçılık “bylock” yazışmalarına indirgenemez!

O halde AKP’nin içi neden bu kadar karıştı?

Erdoğan’ın altını gizli gizli oyanlar kenara mı konuyor? 

Kuşkusuz Erdoğan gibileri “mutlak biat” ister, en küçük bir itaatsizliği ömür boyu unutmazlar. Ancak samimiyetsizliğin kural olduğu bir ortamda, “kişisel hesabı” olmayan kimse bulamayacağını herkes gibi Erdoğan da bilir. Binali ile bile sorun yaşayan birinden söz ediyoruz, daha ne olsun!

AKP içinde ideolojik ve siyasi ayrımlar mı depreşti? Örneğin AB ile NATO ile yaşanan soğukluktan rahatsız olanlar ile diğerleri arasındaki kavga tırmanıyor mu? 

Bu illa ki vardır, üstelik şu sıralar ABD, Almanya ve İngiltere’nin kendi bağlantılarını harekete geçirdiği de açıktır. Ancak herkesin her şeyi savunabileceği tuhaf bir siyaset kültürü yaratan AKP’de ideolojik ayrımların bir hesaplaşmanın itici gücü olacağını düşünmek saflıktır. Zaten Topbaş’a, Gökçek’e ya da öncesinde Davutoğlu’na filan baktığınızda, Erdoğan’dan hangi konularda ayrıldıklarını anlayabiliyor musunuz? Yok anlayamazsınız, bir sürü şey var ama tutarlı bir sonuç çıkmıyor bunlardan.

Çıkmaz da…

Çünkü AKP bir çıkar örgütüdür. Bu partinin öne çıkan kadrolarının, vekillerinin, belediye başkanlarının tamamı ya doğrudan ya da aileleri üzerinden “girişimci”dir, büyük paralarla oynamaktadır, rant yaratmakta ve o rantın bir bölümüne el koymaktadır.

Medya ne kadar anlam katmaya çalışsa da, AKP içindeki gerilimin temelinde paylaşım kavgası vardır. Bunlar artık öyle semirmiştir ki, siyaset-para-siyaset denklemi para-siyaset-para’ya dönüşmüştür, parti içinde aldıkları konumlanışların tamamı bu paylaşım kavgasındaki ihtiyaçların ürünüdür. Siyasi meseleler bu kavganın uzantısıdır, paraya tahvil olmuyorsa değersizdir. AKP sermaye düzeninde her zaman karşılaştığımız bu durumu akıl almaz boyutlara taşımıştır.

Tarikatlar bu kavgada etkili birer enstrümandır ve burada da ilişki tarikat-para-tarikat olmaktan çıkmış para-tarikat-para evresine geçilmiştir. 

Erdoğan’ın becerisi biraz da bu paylaşım meselesini iyi yönetmesindeydi. Ancak ipin ucu kaçtı, birileri küçük rantlarla yetinmemeye başladı, başkalarına dirsek atarak öne geçtiler. Erdoğan kan kaybetmeden bu süreci artık yönetemez. Çünkü ekonomi tekliyor. Bu kadar büyük bir rant dağılımını kaldıracak bir kaynak yok. Reis başka karar vericileri kısıtlamak, hatta yok etmek zorunda.

Büyük kentlerin belediye başkanlarının hükmettikleri kaynak sadece bütçelerine bakarak anlaşılamaz. İstanbul Belediyesi’nin 2017 bütçesi 42 milyar; bu kendi başına büyük bir rakam ama asıl mesele yağma ve talana engel olacak hiçbir mekanizma kalmayan bir düzende koskoca kentin yağmalanmasını ve talanını “yönetme” yetkisini elde bulundurmaktır. Büyükşehir belediye başkanları hizmet götürmez, kendilerince rant paylaşımını yönetirler.

Erdoğan hazır FETÖ METÖ hikayeleri varken “paylaşım” ağını yeniden düzenlemeye karar vermiştir. Buradan kuşkusuz siyasal sonuçlar çıkacaktır ama bilin ki çarpışan farklı programlar ya da ideoloji filan değil düpedüz akçalı çıkarlardır. Bunlar bir yandan iktidarlarını bir yandan da paralarını korumak için ölesiye mücadele etmekte, birbirlerine sert darbeler indirmektedir.

Muhalefet partilerinden Kadir Topbaş’a sahip çıkan sesler çıkmasının nedeni de budur çünkü onlar da kendi güçleri oranında yağma ve talan düzenine dahil olmuşlardır.

“Nihayet Melih Gökçek’ten kurtuluyoruz galiba” diye sevinenleri anlıyorum anlamasına ama…

Aması şudur, aptal mıyız biz kardeşim!