İşbaşı

Vaziyet öncelikle utanç verici. Dedik ya hep, bu ülkede Amerikan karşıtlığının sınırları bilinmeli diye... Dedik ya her fırsatta, kamuoyunun ABD konusunda düzen siyaseti üzerindeki baskısı abartılmamalı diye... Döndük yine 1945'lere, 50'lere... Şimdi biraz incelmiş gibi mi duruyor? Dünkü gazetelere bir daha bakın. Hâlâ Amerikan yalakalığında bir "gelişme", bir "zarifleşme" görüyorsanız, Gül ile Obama'nın el ele tutuşunu seyreyleyin. 60 yıl öncesine göre biraz daha "kişilikli" bir duruşun söz konusu olduğu mu sanıyorsunuz? Parlamentoda ABD Başkanı'nı dinlerkenki suratları inceleyin. İnsan ilkokula başladığının ilk günü öğretmenine öyle bakmaz.

Vaziyet utanç vericidir.

Solun toplumsal etkisi bu haldeyken memleketin başka bir vaziyet alamayacağı zaten bellidir. Milliyetçisine, yobazına, liberaline ahaliyi terk etmiş gibiyiz.

Biz bu durumu kabullenmeyiz.

30 Mart'ta ısrarla söylediğimiz gibi, fazla oyalanmadan daha etkili, daha güçlü, daha hızlı olmanın yolunu buluruz.

Doğrular yetmiyor, haklı olmak yetmiyor, tutarlılık kesmiyor. Sol doğruda durmadan yapamaz, haksız duruma düşemez, tutarsızlığa prim veremez. Lakin eğer bizim ülkemizde boynu bükülmüş bir toplum, emekçisiyle aydınıyla güce bakmaya alışmışsa, ona bunu da, gücü de sunmadan olmaz!

Türkiye'de devrimci solun, komünistlerin, yurtseverlerin acil iki görevi vardır artık: Büyümek ve toplumsal direnç odakları yaratmak!

Mücadeleye yanaşmayan, mücadele etmek istemeyen bir emekçi toplam... Bir bölümü haksızlıkları benimsemiş, adaletsizliği kanıksamış, ya öteki dünyada ya da şimdilerde saltanatın eteklerini öperek kendince ihya olmanın umuduyla devam ediyor. Kopuşlar olur, illa ki olur. Ama ana gövde, bizim açımızdan gelecekteki bir eğitimin, halkçı, aydınlanmacı bir eğitimin konusu haline gelmiştir, gerçekçi olacaksak... Güncel siyasette ise, mümkün olduğunca geriletilmeli, sindirilmeli, mevzilerini terk etmeye zorlanmalı bu toplumsallık.

Öte tarafta, yoksulluğunu kabullenmeye yanaşmayan, arayış içinde olanlar var... Gericiliğe teslim olmamaya gayret edenler var... Bağımlılığı bir doğa yasası olarak görmeyenler var... Adaletsizlikten rahatsız olanlar, haksızlıkları içine sindiremeyenler... Ama bir sorunları da var, toplam sayıları diğerlerinden çok da az olmamakla birlikte, benzer bir toplumsallık kazanabilmiş değiller. Doğrultuları yok, tutkalları yok, özgüvenleri yok.

Ve Kürtler... Onca haksızlığa, onca kıyıma ve kendilerine sunulan siyasetteki onca keskin dönüşe ve yönsüzlüğe karşın yukarıda tarif ettiğimiz biricik toplumsallığa eklemlenmemek için çaba harcayan büyük yoksul kitle. Çeşitli nedenlerle bir türlü durulmuyor, kendine dayatılan kalıplara sığmıyor ama kendine ait bir doğrultu da bulamıyor. Sonuçta bir ayrışma yaşanacak, muhafazakar, gerici toplumsallığın parçası olacaklar kitleler halinde ve yine kitleler halinde bunun karşısında oluşacak direnç odaklarına güç verecek, bu odakların toplumsallık olarak tarif edilmesini sağlayacak enerjinin bir bölümünü sağlayacaklar. Uzatmaya gerek yok, Kürt sorununun "çözüm"ü budur. Türkiye'nin tek toplumsal gerçekliği "gericilik" olduğu sürece, bugün kendi devinimini sürdüren Kürt gerçekliği "ortak yaşam" ve "ortak kurtuluş" için kanal bulamaz.

"Öteki" edebiyatı yapıldı durdu... Kimlikler, aidiyetler... İdeolojileri geri çekelim dendi. İşçi vardı, kadın vardı, genç vardı, Kürt vardı. Bütün bunlar gerici toplumsallaşmanın önünü açtı. Milliyetçilik kolay nefes aldı, dinin ağırlığı hızla arttı, liberalizm ve işbirlikçilik sağın iki temel ideolojisine istedikleri gibi şekil verdi.

Şimdi solun ya da daha doğrusu solda inat eden solun sınırlı ve daha çok kendi fizik varlığıyla sürdüregeldiği ideolojik inattan toplumsal direnç odakları yaratmak için yararlanma zamanıdır. Bu inadı açmak, yaymak, paylaştırmak...

Bir süre, bizim "öteki"mizi, gerici toplumsallığı veri almalı ve onun dışını örgütlemeli. Kabullenmeyen işçiyi, kabullenmeyen kadını, kabullenmeyen genci, kabullenmeyen Kürdü ortak mevzilere yerleştirmeli.

Didişme kültüründen, örgütsel dışavurumlardan, küçük patlamalardan uzak duran, hamle yaptığında mevzi elde eden ya da karşısındaki toplumsallıkta delikler açan, orada gerilemelere neden olan bir sol.

Türkiye Komünist Partisi, 29 Mart seçimlerinde "başarısızlık" saptaması yapmıştı. Buradan bir kararlılık üretti, bir çıkış stratejisi geliştirdi, kendi yol haritasını çizdi.

Yalnız kalmayacaktır.

Hızla çoğalacak ve yayılacaktır.

"Benim de çorbada tuzum olsun" diyenler seslerini çıkarmaya başlamıştır.

29 Mart'ta burjuva siyasetinin iç yapısında ortaya çıkan oynamalar, hayırlı ve de hayırsız gelişmeler... Bir yerden sonra anlamsız. İşte hepsi ayakta, hepsi Obama'nın gözlerinin içine bakıyor... Ortada ne AKP kalıyor, ne CHP, ne MHP, ne ABD AKP'yi boşasın diye bekleyen kart darbeciler ne de...

Umut yeşerecekse, hemen şimdi işbaşı.