İnsan ve siyaset üzerine...

Kemal Okuyan'ın “İnsan ve siyaset üzerine...” başlıklı yazısı 04 Şubat 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Kimse siyasetin yüce, soylu bir uğraş olduğuna beni ikna edemez. Kirli siyasetten, egemenlerin siyasetinden söz etmiyorum yalnızca. Ezenlerin dünyasını savunan siyasetin tam karşısında duran, farklı hedef ve ahlaka sahip olan siyaset kulvarını da katarak söylüyorum: Yönetme ya da yönetilme ediminden keyif almak başlı başına bir arızadır.

Öte yandan, siyaset, kendini var eden tarihsel koşullar kadar gerçek, onun kadar vazgeçilmezdir.

Siyaset bir zorunluluktur.

İnsanlığın en berbat icadı olan sınıf ayrımlarından kurtulmak, eşitsizlikleri ortadan kaldırmak ve herhalde siyasetten kurtulmak için siyaset gerekiyor.

Siyasetin merkez konusu ise elbette iktidardır.

Bugün çürüyen insanla boyun eğmeyen insan yan yana yaşıyor, aynı koşullardan besleniyor. Hal böyleyken siyaset sol için, başka şeylerin yanı sıra insanın şekillenmesine, kötücül yaşam felsefesinden uzak tutulmasına, genç kuşakların özgür, yaratıcı ve toplumsal sorumlulukların bilincinde bir karakter kazanmasına yardımcı olmak gibi bir anlam taşımaktadır. Bu yalnızca bir sonuç olarak görülmemeli, siyasetin doğal bir parçası ve hedefi olarak ciddiye alınmalıdır.
Özetle siyaset, insan aklı ve insanın biçimlenmesi üzerindeki kavgayı hesaba katmak durumundadır.

Örneğin ilkesellik ve tutarlılık, yalnızca bir siyaset kültürü ya da ahlakını benimsemek için değil, omurgasızlaştırılmaya çalıştırılan insanın trajik bir yıkımdan kurtarılması için zorunlu bir titizlenme olarak benimsenmelidir. Oysa solda bile ilkelerin kolay elden çıkarılması, siyasetin bir cilvesi olarak görülebilmektedir. Buradan insan çıkmaz, buradan çürüme çıkar.

Örneğin Türkiye’de ya da dünyada sosyalizmin güncel bir hedef olarak gösterilmesi, bugünkü barbarlığın karşısındaki tek seçeneğin altının çizilmesinin ötesinde, insanın insanca yaşama arzusunun ayakta tutulmasının da tek yoludur. Oysa ve ne yazık ki, sosyalizm hedefini bugün hatta yakın gelecekte uygunsuz bulan solcular dahi mevcut. Buradan insan çıkmaz, insanın ayağa kalkma iradesini, hayal kurma yeteneğini körelten bir vaaz çıkar.

Örneğin bağımsızlık tutkusu ve yurtseverlik, yalnızca siyasi faaliyetin programatik gereksinimlerinin ürünü olamaz. Bağımsız bir ülke fikri, yurtsever bir kimlik temel insani özelliklerin beslenmesi için de gereklidir. Başkalarının tahakkümünü, baskısını kabullenmemek insanı geliştirir. Oysa bunları da bayat, gereksiz hatta aşılmış olgular olarak göstermeye çalışanlar var. Buradan köleleşmeye yatkın, hizmet aşkıyla yanıp tutuşan yaratıklar ürer, insan değil.

Örneğin dinsel bağnazlığa karşı aydınlanmacı bir tutumu açıklamak için strateji ve taktik derinliklerde dolanmaya gerek yok. İnsanı savunmanın ya da daha doğru bir ifadeyle insanı kaptırmamanın zorunlu koşullarından biri aydınlanmacılıktır. Oysa solculuk adına bu konuda da havlu atılmasından yana olanlar, halkın değerlerine saygı gösterme bahanesiyle toplumun her geçen gün daha belirgin biçimde dinsel kurallara mahkum edilmesine rıza gösterenler var. Buradan insan değil insana kulluk eden yığınlar çıkar.

Siyaset zorunludur. Siyaset son tahlilde iyi bir şey olmamakla birlikte, iyiliğe hizmet etmelidir. Siyasallaşmış insanı savunacaksak, siyaset yalnızca hedefleriyle değil aynı zamanda bir yaşam pratiği olarak “insan”ı savunmalıdır.

Bugün Türkiye’de toplum bir türlü ayağa kalkamıyorsa, bu biraz da yalandan, riyadan, ilkesizlikten, hesapçılıktan, benmerkezicilikten azade bir siyaset kültürünün henüz kendini tam olarak hissettirmemesinden kaynaklanmaktadır.

İnsanı kişiliksizleştiren bir siyasetten insanlığı kurtaracak bir siyaset pratiği çıkmaz.