Hesap kitap işleri…

Türkiye solundan ruhunu teslim etmesi isteniyor. 

Kritik olan bu. Yoksa konuşulan seçim stratejileridir ve solun düzen dışı kesimlerinin bu bağlamda bir ağırlığı bulunmamaktadır. Haziran’da bindelik oranların bile önemli hale gelebileceği itirazı yapılabilir ama bilinmeli ki, o ölçekteki ihtiyaçlar için çok daha duyarlı ve “garanti” hedefler bulunabilir. Popüler siyaset dili bunun üstesinden illa ki gelir.

Hedeflenen, ortada “başka” bir sol bırakmamaktır.

İlginç olan herkesin bu konuda anlaşmasıdır!

Sağ, toplam olarak bir sağa kayışın kokusunu almış, tarihsel nedenlerle solun “birlik” adına kişiliksizleşmesini destekliyor.

CHP, parlamento dışı solu himaye ederek, hatta ona temsil hakkı vererek, sağcılaşmanın yol açtığı zemin kaymasını, olabildiğince zahmetsiz bir biçimde telafi etmek istiyor.

Ulusal bir hareket olarak farklı sınıfsal ve ideolojik yönelimleri içinde barındıran ve bunları ustalıkla bir arada tutan Kürt hareketi ise aynı mantığı Türkiyelileşme iddiasına da taşımış durumda: Her şeyi kendisine bağlamak!

Herkes kendince haklı.

Peki sol?

Açık konuşmak gerekirse, yukarıdaki tasniften sonra soldan geriye kalan, büyük ölçüde bir ruhtur.

Ölmeye yatan değil de, her an ete kemiğe bürünebilecek, tarihsel misyonları için uygun toplumsallıklara yerleşebilecek bir ruh.

Yirminci yüzyıl boyunca, düzen dışı solu temsilde neredeyse rakipsiz kalan komünist partiler bilinen bir siyaset yasasını hiç akıldan çıkarmadılar: Alan kapatmak. Somut anlamı, düzen solu, yani sosyal demokrasiyle aralarına başka bir gücün girmesini önlemekti bunun. Büyük ustalık gerektiriyordu çünkü sosyalizm seçeneğini geniş bir toplumsal kesimin güncel ihtiyaçlarıyla barıştırma çabası, çoğu kez o seçeneğin belirsizleşmesi gibi bir sonuç doğurabiliyordu. Nitekim birçok komünist parti, sosyal demokrasiyle arasına başka bir aktör sokmama felsefesinden bizzat sosyal demokratlaşarak çıktı.

Şimdi sistem krizde, sosyal demokrasi geçmişin günahlarıyla çok yıprandı ve emekçi yığınları düzene bağlama görevini tam olarak yerine getiremiyor, komünist partiler ise zayıflamış durumda.

Yeni tipte hareketler için koşullar uygun.

O kadar da yeni değil elbette, başarılı-başarısız çok sayıda deney yaşandı özellikle 1980’lerden bu yana. Hepsi sermayenin siyasi-ideolojik ihtiyaçlarına yanıt vermek için yola çıkmadı elbette ama kısa süre içinde dönüştürüldüler, bir yere oturmayanlar da kayboldu gitti.

Neden dönüştürülebildiler?

Çünkü sermaye düzeni ile köklü bir hesaplaşmaya odaklanmamışlardı. Evet tam da, düzenle düzen dışı arayışlar arasına yerleşiyor ve o alanı kötürümleştiriyorlardı.

Komünist partilerin araya kimseyi sokmak istememesi bundandı. Ancak titizlik elden bırakılınca kendileri tam da önlem aldıkları aktörlere dönüşebildiler bazı örneklerde.

İki haftada gına gelmiş olmalı lakin yeri de geldi söylenmeli, Yunanistan’da komünist partisi düzenle arasına çizgiyi çok büyük bir cüretle ve elbette risk alarak, ilginç bir eksende çizdi, Syriza’nın PASOK’un boşalttığı alanda serpilip gelişmesine izin verdi. 

Vermeyebilir, o alanda rekabete girebilir ve “esnek” bir tutum alarak bugün Çipras’ın tekelinde gözüken geniş bir marjı elde tutabilirdi. İşçi sınıfı hareketinin bağımsızlığını tehlikeye atacağını düşünerek, bu yaklaşımı reddetti komünistler. Aynı iddiayla: Araya kimseyi sokmayız.

Bu anlamda komünist partinin Syriza’yı hiç tereddütsüz düzen solu olarak nitelendirmesi, bir sekterlik ya da hesapsızlığın ürünü olarak görülmemeli. YKP bir stratejik tercih yapmış ve kendisiyle kapitalist düzen arasına bir siyasi aktörün girmesine izin vermeyeceğini farklı bir yoldan ilan etmiştir.

Komşuyu bırakıp Türkiye’ye dönelim…

Teslim edilmesi istenen ruh, iyileştirilmiş-rötuşlanmış bir kapitalist düzenle uzlaşmayı reddedenlerin ruhudur. Bugün düzen cephesi, çok değişik nedenlerle kendi soluna doğru genişlemek istiyor, sol ise başarıya ve büyümeye hasret.

Verili koşullar hesaba katıldığında, en azından komünistler için, araya kimseyi sokmamanın ilk koşulu, bağımsız bir devrimci hattı koruyacak ve güçlendirecek bir noktada sınır çekmektir. Diğeri arayı kapatmak değil, arada ezilmekle sonuçlanacaktır.

Ya güncel mücadeleler, geniş yığınların talepleri?..

Bir bakın bakalım Türkiye’de özelleştirmelere, gericiliğe, Amerikancılığa, AB’ciliğe, savaşa, ırkçılığa, liberal ekonomi politikalara ve genel olarak AKP iktidarına karşı kimler hangi ruhla ve toplumsal karşılığının çok üstünde mücadele etmiş?

Daha fazlası da yapılır ama alan kapatacağız diye kapatma olunmaz.

Tecrit olmaya gelince…

Komünistler bu saatten sonra siyaseten yalnız kalabilir ama asla tecrit edilemezler.

O kadar çaresiz değiliz bir; düzen cephesi dikiş tutmuyor iki…