Hasan Cemal ne demek istedi?

Hasan Cemal, eski patronu Aydın Doğan’a açık mektup yazmış. Kısaca “boşuna uğraşma, Erdoğan’a yaranamazsın, senden nefret ediyor” demiş. Doğan ya da başka bir patronun Erdoğan’la kişisel ilişkisi, birinin ötekisi hakkında ne düşündüğü, duyguları beni hiç ilgilendirmiyor.

Bildiğim, onların dünyasında güven, dostluk filan zaten olmaz.

Burada önemli olan, Erdoğan’ın sistem içindeki muhaliflerinin düştüğü durumdur. Geçenlerde Meclis’ten dış politika ile ilgili onlarca düzenleme bir gecede geçmiş, iktidar muhalefet el ele vermiş, özlenen tablo ortaya çıkmış, CHP milletvekilleri “Meclis’e yakıştı” türünden laflar etmişler. Gurur duymuşlar anlayacağınız…

“Yenikapı ruhu” da bu duygularla peydahlanmıştı. Öteki olmaktan korkmak, yaranmak istemek, otoriteden onay almak, artık ne derseniz…

Bu acizliğin nedenine geleceğim…

Ama önce tarihten bir hatırlatma. Dönemin İngiliz Başbakanı Chamberlain’in Hitler’i sakinleştirmek, yatıştırmak ve biraz da ona yaranmak için yürüttüğü rezil politika tarihe geçti; “appeasement” kavramıyla. Düşmanın hışmından korunup sakınmak için onun huyuna suyuna gitmek, ona ödünler vermek, onun restlerini görmezden gelmek, artık aklınıza ne düşerse…

Bu politika sahiplerini hem rezil etti hem de başarısızlığa uğradı. Daha sona ortaya çıktı ki, Hitler kendisine yaltaklanan İngiliz Başbakanı’nı böcek gibi görüyor, dalga geçiyormuş. Hasan Cemal bunu mu hatırlatmak istedi, bilmiyorum.

Bildiğim, Chamberlain’ın üstüne yıkılan bu kişiliksiz politikanın İngiliz siyasetçisinin karakter özelliklerinden kaynaklanmadığıdır. Birkaç yıl sonra birbirlerinin gözünü oymaya çalışsalar da, iki emperyalist ülke, Almanya ve İngiltere’yi birbirine bağlayan çok fazla şey vardı. Evet, rakip ülkelerdi, Almanya İngiltere’nin hegemonyasını tehdit ediyordu ama el ele Sovyetler Birliği’ni yıkmaya çalışıyorlardı, sonra iki ülkede de aynı sınıf, kapitalist sınıf iktidardaydı ve bunların ortak çıkarları vardı, birbirleriyle ticaret yapıyor, emekçi halkı hep birlikte sömürüyorlardı.

Chamberlain’ın yatıştırma politikasının arka planında bunlar vardı.

Tutmadı, Hitler şahsında Alman tekelleri pastadan daha fazla pay istiyordu ve savaş artık kaçınılmazdı. Özetle faşistler yatışmadı. Onlara hadlerini bildirmek büyük ölçüde Sovyet insanına düştü.

Peki şimdi bizde ne oluyor? 

Ortada Erdoğan’da somutlanan bir iktidar var bir de her alanda o somutluktan hoşnut olmayan türlü “muhalif” unsur…

Hiç tartışmaya gerek yok, bugün Türkiye’de muhalefet tarzı tamamen “yatıştırma” ve “yaranma” üzerine kuruludur. Yıllardır söz ediyoruz, Erdoğan’a neredeyse yalvaracaklar “azıcık dur, normalleşelim” diye… Artık normali neyse!

O “ben normalleşemem” dedikçe, yatıştırmak için, yaranmak için yeni numaralar bulunuyor, içler acısı bir durum.

Evet işin içinde psikoloji var. İnsan korktuğu, çekindiği bir kişiyi sakinleştirmek, şimşekleri üzerine çekmemek için yatıştırmak isteyebilir. Mahalle baskısı da bir başka faktördür. Sonra ezik birisi üsttekilerden, otoriteden iyi kabul gördüğünde, bir anda hayat felsefesini, doğrularını filan satabilir. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı başladığında temsil ettikleri işçi kitlelerini yarı yolda bırakan Alman sosyal demokrat liderlerden bir bölümü anılarında açıkça “daha önce bizi hor gören bakanlar son derece nazik bir biçimde bizi aileden biri gibi gördüklerini söylediklerinde onlara hayır deme cesaretini bulamadık” diye yazmışlardır. 

Yaranmadan yaltaklanmaya, yaltaklanmadan uşaklığa…

Ama psikoloji konumuzla ilgili pek az şeyi açıklar.

Mesele, hangi sınıfa hizmet ettiğinle, hangi düzen için siyaset yaptığınla ilgilidir.

CHP, başka türlü yapamaz, çünkü bir düzen partisidir. Birinci Cumhuriyet’in sonunu getirecek kadar radikal bir partinin karşısında dik ve kararlı durmak için bu düzenin dışına çıkmak zorunludur. Yoksa, düzen adına hükümeti düzene davet etmek dışında bir şey yapamazsınız.

Her tür “muhalif” aktörün, zamanında kahvaltılara koşturan “sanatçı”ların; Ahmet Hakan, Hande Fırat ve benzeri gazetecilerin; Aydın Doğan ya da bir başka dertli patronun; CHP’nin ve düzen içi siyaset yapan başka muhaliflerin hepsinin AKP’den ricası budur: Düzene saygı!

Buradan tarihte ve dünyada hayırlı hiçbir şey çıkmadı. Düzen içi muhalefet ve onun bir kolu olarak “düzen solu” hiçbir zaman insanlığa hizmet etmedi. 

Değerli okurlarımız, dostlarımız, söz gelimi Sosyalist Enternasyonal sol filan değildir, emperyalist ülkelerin sosyal demokrat partilerinin başını çektiği gerici bir oluşumdur. Oradan demokrasi gelmez, özgürlük gelmez, eşitlik gelmez. Syriza yanı başımızda hâlâ hükümet; ne oldu Çipras rüzgarına, komşudaki devrime, “bizde de neden olmasın” saçmalığına… Çipras Yunan halkını yoksullaştıran politikalara dolu dizgin devam ediyor, popülerliği bitti, yoksullar Syriza’cıları sokakta görse bir kaşık suda boğacak, insan içine çıkamıyorlar. Çipras’ın Savunma Bakanı ve Dışişleri Bakanı her gün Türkiye’deki şahinlerle bir olmuş Ege’de savaşı tırmandırmak için ateşe körükle gidiyorlar. Hadi Savunma Bakanı başka partiden, Dışişleri Bakanı neci? 

Geçiniz, Syriza Yunan sermayesinin son anda bulduğu can simididir. Solun yükselmesi için değil solun önünün kesilmesi için misyon üstlenirler. Solun önünü açtıkları ise eski ve saçma hikayedir. Herkes Syriza ve benzerlerini, bizde CHP’yi solcu sandığı için onlara duyulan tepkilerle milliyetçi, ırkçı, hatta faşist partiler güçlenirler. Hep böyle olmuştur.

Bırakın düzen muhalefetini onlar yaranmaya, yaltaklanmaya devam etsin. Yaranma! Boyun Eğme!