Güney Abant Toplantısı

Fethullah Gülen cemaatinin daha önce Diyarbakır'da yapmayı denediği ancak gelen protestolar üzerine bundan vazgeçtiği "Kürt sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak" başlıklı toplantı, Erbil'de gerçekleşti. Kuzey'de değilse Güney'de! Ama anlaşılan toplantıyı düzenleyenler bunu bir fırsat olarak görmüş ve son dönemde Erbil ve Süleymaniye'de artan "Fethullah" etkisini bu toplantıyla pekiştirmek istemiş. Toplantıda Kürt sorunu tartışılıyor ve tartışanlar arasında Iraklı Kürtlerin sayısı oldukça fazla. Türk katılımcıların "Kürdistan" ifadesini kullanmaktan kaçınmasına biraz alınganlık göstermişler ama yine de toplantı, basına yansıdığı kadarıyla, "barış ve kardeşlik" vurgusuyla, "hepimiz Kürdüz, hepimiz Türküz" jestleriyle geçmiş.

Toplantının kahramanlarından gazeteci Mümtaz'er Türköne ise "hepimiz evimizdeyiz"in altını çizmiş "hepimiz Kürdüz" demeden önce...

"Ölürsem Barzani'ye sığının" diye vasiyet yazdığı ileri sürülen Talabani'nin lideri olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği'nde yarattığı kriz nedeniyle gergin bir ortamda başlayan "Abant toplantısı"nda doğal olarak tarihsel miras ve İslam'ın birleştirici etkisi üzerinde durulmuş.

Bölgeye yapılan yatırımlar, açılan okullar, toplantının yer seçiminin rastgele olmadığını gösteriyor. "Diyarbakır'da yaptırmadınız, biz de Erbil'e gideriz" türünden tepkisel bir davranış göstermeyecek kadar ince hesaplarla hareket eden bir hareketten söz ediyoruz. ABD'nin bütün açılım noktalarına, Afrika'ya, Ortadoğu'ya, Kafkaslar ve Orta Asya'ya yerleşmeye çalışırken, yıllardır Kürt sorununda rol kapmak için fırsat kollarken, "hadi Erbil'e gidelim bu kez, değişiklik olur"la olmaz!

Burada sorulması gereken, Fethullah ve aslında bizim "Osmanlıcılık" diye adlandırdığımız politikaya tutunan AKP dahil bütün aktörlerin ABD projelerinde uygulayıcı misyon üstlenirken ne kadar özerk davranabildikleridir. Son tahlilde bir şey değişmeyebilir ancak eğer hızlı ve bir o kadar da ince tasarlanmış bir senaryo ile karşı karşıyaysak bunun yakın erimdeki sonuçları ve buna karşı oluşturulması gereken strateji de farklılaşacaktır. Yok eğer Türkiye'de birileri ABD politikalarının ihtiyaç ve boşluklarını iyi okuyarak kendilerine alan açıyorlarsa, bu elbette ciddi bir değerlendirme konusu olmalıdır.

Ancak Obama'nın seçilme süreci, yaratılan hava, onun öncelikleri ve son aylarda AKP'nin dış politika açılımlarının gösterdiği doğrultu, ikinci olasılığı zayıflatıyor. "Akıllı tasarım"dan söz ediyoruz açıkçası ve daha önce de yazdım, yalnız bazılarının pervasızlığı değil, tasarımın mükemmelliği de beni korkutuyor.

Tasarım neden mükemmel gözüküyor?

Mükemmel gözüküyor, çünkü Türkiye'nin birer düğüm haline gelen iç ve dış politika başlıklarının her birine "uyum" sağlıyor. Diyecekseniz ki, bu aynı zamanda bir "yıkım" projesi, elbette uyum olacak! Bu, yarım doğrudur, burası büyük kaynakları olan bir ülkedir, "yıkım" da bayağı bir mühendislik gerektirir, bu anlamda "uyum" yalnızca başlıklarda değil, sermaye sınıfının uzun süredir gereksindiği ideoloji-siyaset birliğinde de gözükmektedir.

Zaten AKP hükümetinin en büyük rahatlığı, bu "uyum"un kurumsal hali olarak hükümet etmekte oluşudur.

Görülüyor ki, Fethullah Gülen, bu "uyum"un tutkalı olarak Kürt sorununda oldukça etkili bir manevra gerçekleştiriyor. Bu manevra, uzun bir süre uluslararası dengelere oynayıp da sonuç alamayan ve "devre dışı" kalma olasılığını yalnızca hırçınlıkla durdurmaya çalışan Türkiyeli Kürt siyasetçileri, örneğin DTP'yi büyük bir açmaza sürüklemiş durumda. Barzani'nin başat olduğu bir Kürt açılımına eklemlenmenin "son" olacağı kavranıyor belki ama orada aralanan kapıdan geçenlerin sayısı sürekli artıyor. Öte yandan, farklı (kalıcı bir sola yöneliş ve emek eksenine yerleşme olmaksızın hiçbir radikalizm buna yetmeyecek) bir siyasal seçenek oluşturmadan "gerilim"le bu açılımı durdurmaya ya da merkezi bir rol kapmaya çalışmak, açılımın kendisine güç vermekten başka bir işe yaramıyor.

Tersini iddia edenler olabilir ama son aylarda yaşananlar AKP'nin temsil ettiği zihniyetin Kürt sorununda da elini güçlendirdi. Bunun bir nedeni, son 3-4 yılın gizli AKP'ciliğinin ardından gelen "gerilim" politikasının gerçek bir yön değişikliğine denk düşmemesi ve bu anlamda yine birilerinin ekmeğine yağ sürmesidir.

Artık hep beraber daha etkili ve sonuç alıcı bir politika üretmenin zamanı gelmiştir. Yoksa halkların kardeşliği "piyasa"nın ve "tanrı"nın güçlü eline teslim edilecek ve hep birlikte büyük felaketlere yelken açacağız.