Gazeteciler ve hekimler

Sınıflı toplumda yaşıyoruz. Ezen var ezilen var, sömüren var sömürülen var, patron var işçi var, zengin var yoksul var. Sonra eğitim imkanı elde etmişi var eğitimsiz kalan var, emek hırsızlığıyla geçineni var geçinmek için iş bulamayanı var. Bir toplum sınıflara bölünmüşse, o toplumda sorun, dert, kötülük eksik olmaz.

Sınıflı toplumların en gelişmişi ama birçok açıdan en belalısı kapitalizm koşullarında insanlık için en yaşamsal meslekler de epey bir yara alıyor, amacından sapıyor. Şöyle söyleyeyim, paranın saltanat sürdüğü bir toplumsal düzende uzmanlık ve eğitim gerektiren mesleklerin tamamı çok yönlü ve çürütücü bir kuşatma altındadır.

Söz gelimi öğretmenler bir yandan sömürülmekte bir yandan gerici bilim dışı bir müfredata uymak zorunda bırakılmaktadır. Buna direnen, kafası dik eğitim emekçileri elbette vardır ve önemli bölümü bu özellikleri nedeniyle işsiz kalmıştır.

Sonra, mühendis ve teknik elemanların bütün birikimlerini büyük tekellerin daha çok kâr etmesi için kullanmalarının dayatıldığı bir düzenden söz ediyoruz. Bunun farkında olan, başka çıkış yolları arayan, olanak buldukça uzmanlıklarını toplumun çıkarları için kullanan ya da kullanmak isteyenler olduğu gibi, bu çarkın dönmesine yardımcı olup sistemin içinde birkaç basamak daha yükselmek için bilgi ve deneyimi dahil her şeyini patronuna teslim edenlere de rastlanıyor.

Dedim ya, hiçbir meslek grubu dışarıda kalamaz. Sanatçısı, sporcusu, siyasetçisi, bilim insanı dahil…

Direnenler, erdemliler, üretenler, dayanışanlar ve beri yanda çürüyenler…

Dolayısıyla burada ele alacağım gazeteciler ve hekimlerle ilgili asla bir genelleme yapamam. Dünya bir yana, Türkiye tarihinde bütün yaşamını halka hizmete adamış, toplumcu sağlık anlayışını savunmuş, dahası hekimliğinin üstüne devrimci, yurtsever bir duruş sergilemiş sayısız doktor var. Bugün için de geçerli söylediklerim, sağlık alanındaki muazzam yıkıma rağmen…

Gazetecilikteki yıkımın aşağı kalır tarafı yok. Bugün ana akım medyada gazeteciliğin kırıntısı dahi bırakılmadı, diğer mahallelerde ise gazetecilik tehditler, tutuklamalar, hakaret davaları, işsizlikle boğuşmaktan habere odaklanamayan bir meslek görüntüsü veriyor. Yine de ülkenin yüz akı olmuş, bir bölümü boyun eğmemenin bedelini canıyla ödemiş çok sayıda gazeteciden söz edebiliyoruz. Mutlak karanlık diye bir şey olamaz…

Peki nereden çıktı gazeteciler ve hekimlerden söz etmek?

Bir gazeteci tıpla ilgili bir kitap yazdı ve bilim insanlarından, hekimlerden, eczacılardan ciddi bir tepki aldı. Konu bu!

Gazetecilerle hekimlerin ortak bir yanı var; her iki meslek, mensuplarına toplumun geri kalanı karşısında kendilerini “özel” hissettirecek yanlar taşımakta. Gazeteci, makam ve ün sahibi insanlara erişebildiği, zaman zaman onların kaderiyle oynayabildiği ölçüde özgüven kazanabilir, bunu özel bir güç olarak görebilir. Hekim için de herkesin kendisine “mahkum” olduğu düşüncesinin baştan çıkarıcı bir yanı olduğu açık. 12 Eylül döneminde sorgucusu, daha doğrusu işkencesiyle hekim-hasta ilişkisinde bir kez daha karşılaşan doktorların anlattığı kara mizaha sıkça tanık olurduk örneğin. 

Burada bir kuraldan söz etmiyorum, toptancı bir yaklaşım geliştirmiyorum; bu zaten zor, kendimi öyle görmesem de gazetecilik yaptım, çevremde çok fazla tıpçı, bir yıl da tıp okumuşluğum var! Şaka bir yana, anlatmak istediğim, hem gazetecilerin hem hekimlerin özgüven açısından avantajlı olduklarıdır. Özgüven elbette iyidir; başkalarını hakir görmedikleri ve ayarı kaçırıp dünyaları ben yarattım denmediği sürece.

Şimdi… 

Uluslararası tekellerin sağlık politikaları ve sağlık örgütlenmesi üzerindeki egemenliğinin fazla hafifsendiğini ben de düşünüyorum. Ancak bu egemenliğe işaret edeceğim diye tıp biliminin şu ana kadarki bütün birikiminin üzerine gölge düşürmeye kalkmak için herhalde “gazeteci” cesareti gerekiyor.

Aşı ve ilaç sektörünün insanların bağışıklık sisteminde yarattığı tahribatın, ilaç tüketiminin özendirilmesinin yol açtığı sağlık sorunlarının, koruyucu sağlık hizmetlerinden uzaklaşıldıkça “teknoloji” satan sağlık piyasasının nasıl tehlikeli hale geldiğinin de farkındayım. Farkındayım derken, bu konuda ciddi çalışmalar yürüten ve halkı uyaran bilim insanlarını takip ediyorum, bu konuda bilgi sahibi arkadaşlarımla konuşuyorum. Lakin “gazeteci” olmadığım için penisilinin frengi tedavisindeki rolüne dair iddialar ortaya atmıyor, aşılamanın bir emperyalist tezgah olduğunu ileri sürmüyorum. Süremiyorum.

Bu cesareti göstermesi gereken hekimler ve bağlantılı bilim insanları. Fazlasıyla zorluklarla dolu tıp eğitiminin sunduğu konfora daha az yaslanarak bugün egemen olan sağlık sistemini sorgulamak onların görevi. Bunu yıllardır inanılmaz bir gayretle yapanlar var ama daha fazlası gerekiyor belli ki. Eğer bu doğrultudaki çabalar güçlendirilmezse, popüler kültür sağlık alanını ele geçirecek ve tam da insan sağlığı üzerinden devasa kârlar eden şirketlerin istediği olacak, ortalığı şarlatanlık kaplayacak. Demem o ki, tıp bilimine dönük güvensizlik ortamı çaresiz insanları piyasa teröründen korumuyor, tersine tamamen onun pençesine düşürüyor. Daha şimdiden hurafeler ve de “alternatif tıp” en az “bilim” kadar kazandırıyor, ambalaj fabrikaları onlara çalışıyor!

Bu nedenle gazeteciye tepki haklıdır, yerindedir ama görev ortada durmaktadır: Paranın saltanatını yıkıncaya kadar ve yıkmaya yardımcı olacak şekilde kapitalizmin insan ve toplum sağlığını nasıl bozduğu ve nasıl paraya çevirdiğini en ince ayrıntısına kadar anlatma görevi hekimlerindir. Bedeli ne olursa olsun.

Gazetecinin göreviyse, işte bu görevi yerine getiren hekimi ve onun bulgularını, sonra insafsız koşullarda insanlara çare bulmaya çalışan sağlık emekçisinin hak arama mücadelesini haberleştirmektir.