Fabrikalar, tarlalar...

“Türkiye Türklerindir…” Bu ırkçı ifade, Türk milliyetçiliğinin dilinden hiç eksik olmadı. Tartışılacak tarafı da yok, hani “Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür” türü bir açıklamayla geçiştirilemez de… Dışlayıcı, ayrıştırıcı bir söz!

Yeterince mücadele edildi mi, edilmedi mi, tartışılır. Ancak 1960’lardan beri solun bu yaklaşımı kabullenmediği açık. Başka konularda da gerektiği kadar etkili olamayan sol, bu başlıkta yeterince ağırlık koyamamış olabilir ama yine de Türkiye’nin yalnızca Türklere ait olduğu iddiasını solun kanıksadığını söylemek insafsızlık olur.

Bir ülkenin adının aynı zamanda bir ulusa ait olması sık karşılaşılan bir durumdur öte yandan her defasında o ülke kendisine ad veren ulusa ait kurgulanırsa, buradan her tür melanet çıkar. Irkçılık bir yana, sürekli bölünme ve savaştan kafayı kaldıramazsınız.
Rusya Ruslara, Almanya Almanlara, Yunanistan Yunanlılara, Türkiye Türklere ait değildir.

Oya Baydar, “madem Türkiye Türklerindiri içimize sindirdik, Kürdistan da Kürtlerindir” diye yazmış!

Kim içine sindirdiyse sindirsin, herkes kendi adına konuşsun. Kürtlerin ayrı devlet kurma hakkı, bir coğrafyanın Kürdistan olarak tanımlanması ile “Kürdistan Kürtlerindir” sözü arasında çok büyük bir fark var.

Sol bu türden ifadeleri, kategorik olarak reddetmeli. Bunu da negatif ayrımcılık olarak tanımlayıp, “Kürtler yıllarca ezildi, hoşgörelim” mi diyeceğiz?

Ağırlıklı olarak dört ülkeye yayılmış olan Kürtlerin statüsünün, bu bağlamda yapacakları tercihlerin bölgenin geleceği açısından büyük önem taşıyacağı açık. Dört ülkeyi aynı çuvala yerleştirmek mümkün olmasa da hiçbirinde emekçi halkın iradesinin hakim olmadığı malum. Yani, bu ülkelerdeki toplumsal düzene sahip çıkmak gibi bir yükümlülüğümüz bulunmuyor. Tersine İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de halkın nefes alabilmesi için sosyalist seçenek devreye girmeli.

Emperyalist işgal, müdahale ve kışkırtmalara doğrudan maruz kalan, dinsel ve etnik bağnazlığın köklerinin derinlerde olduğu bu bölgede, güncel siyaset ile sosyalizm hedefi arasındaki boşluğu kapatmak sanıldığı kadar kolay değil.

Ancak tek yol bu…

Şu anda herkes Kürtlerin tercihini konuşuyor ama yanlış bir zeminde. Bir statü tartışmasıdır gidiyor. Konfederasyon mu, devlet mi, özerk bölge mi, federasyon mu!

Bunlar bir noktadan sonra bir şey ifade etmiyor çünkü nasıl bir düzen sorusuna yanıt vermiyor. Kürtlerin şu ya da bu bölmesi piyasanın tahakkümü karşısında ne yapacak? Emperyalist projelerin karşısında mı duracak, onunla uyumlu bir varlık mı gösterecek? Dinselleşme karşısında nasıl bir tutum takınılacak?

Federasyon mu, özerk bölge mi tartışmasından çok ama çok daha önemli bu soruların yanıtı. “Ona da sıra gelecek, şimdi başka önceliklerimiz var” denebilir mi!

Nedir o öncelikler?

Sonu gelmeyen pazarlıklar, ince hesaplar, saf değiştirmeler...

Taşların yerinden oynadığı bir konjonktürde bir ulusun geleceği statü tartışmalarına sıkıştırılmamalıdır. Mevcut dört ülkenin idari yapısı içinde elde edilmiş bazı haklardan bağımsız bir devlete varıncaya kadar bir dizi seçenek masaya konmuş olabilir. Bu kendi başına iyi ya da kötü olarak değerlendirilemez. Bu bir gerçekliktir.

Bu koşullarda devrimci olan, solcu olan, bölgede emperyalizme karşı mücadelenin, aydınlanmacı birikimin, emeğin sermayeye karşı kavgasının çıkarlarını gözeterek hareket eder.

“Birlikte eşitlikçi özgürlükçü bir düzen kurma” iradesi laf olsun diye söylenmemiştir. Giderek zorlaşsa da “birlikte” vurgusu bugün Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin ilkesel tutumu olmaya devam ediyor. Çünkü emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadele açısından, piyasaya karşı mücadele açısından “birlikte” kurtuluş ve kuruluş en uygun yol olarak duruyor karşımızda.

Statü tartışmaları işte bütün bunların üzerini örtüyor sonra da “Kürdistan Kürtlerindir” gibi anlamsız önermeler ağızlardan dökülüyor.

Bu zeminde tartışma ve saf tutma peşinen reddedilmeli, solun “kimlik” tartışmalarından derhal uzaklaşması sağlanmalıdır.

Herhalde Türkiye’de bunu becerebilecek bir birikim ve “görgü” vardır.