"Evet"çi yüzde 58'i nasıl bilirdiniz?

Referandumda alınacak tavır tartışıldı, herkes iyi kötü konumunu belirledi, sandıklar kuruldu, boykot eden etti, oyunu veren verdi, hilesi hurdası yapıldı, sayıma geçildi, sonuç açıklandı.

Kayıtlı seçmenin yarıdan azı, oy kullananların yüzde 58'i evet dedi sandığa gidenlerin yüzde 42'si, seçmenin üçte bire yakınıysa AKP'nin Anayasa değişikliğini reddetti.

Sandığa gitmeyenlerin bir bölümü bunu ilgisizliklerinden, bir bölümü kararsızlıklarından, bir bölümü siyasi irade gösterip boykot tavrı aldığından, bir bölümüyse çeşitli nedenlerle bunu beceremediklerinden katılım oranını düşürdü.

Oy kullanmayanlarda bir çeşitlilik var ama "evet" ve "hayır" tercihinde bulunanların da kendi içlerinde türdeş olduğunu söylemek mümkün değil.

Biz bu tabloyu "referandumda 'hayır'larda simgelenen direnci önemseyip, değerlendirmek gerek" diye özetlerken aynı doğrultuda tavır alan seçmenin ideolojik, sınıfsal çeşitliliğini görmezden gelmiyor, yalnızca bundan sonraki siyasal gelişmeler açısından öngörüde bulunmak ve solun öncelikli olarak hangi kesimlere yönelmesi gerektiğine ilişkin bir yol haritası çıkarmaya çalışıyorduk.

Yüzde 42 diye kodlanagelen "hayır"cılara mı daraldı Türkiye solunun tarihsel sorumluluk alanı? Böyle bir mantıksızlığı elbette kendimize yakıştıramayız.

Türkiye'de yakın dönem siyasi gelişmelere müdahale edecekse, solun yüzde 42 içine şekil vermesi, onun içinde belli bir kesimin ciddi bir dönüşüme yönelmesini sağlaması gerektiğini söylüyoruz.

Solun "hayır" kararlılığından rahatsız olanların bu kez "hayır"cılara odaklanan bir değerlendirme yapılmasına itiraz edecekleri açıktı. Tıpkı referandum öncesinde olduğu gibi, yine sol adına düşünüyor, sol adına karar veriyorlardı: Sizin asıl muhatabınız yüzde 58!

Neden? Çünkü orada yoksullar var, ezilmişler, dışlanmışlar, statükoya karşı çıkanlar var…

Sol da budur!

Hayırcıların tekmil "zengin" olduğu iddiaları kadar "evet" tercihindekilerin büyük oranda yoksul olduğunu kabullenmemek de saçma. Ancak liberallerin yüzde 58'den heyecanlanmalarının nedeni onların sınıfsal profili değil, ideolojik yönelimleri.

Kendilerini aldatıyorlar mı bilemem, bizi aldatamazlar.

Sola akıl öğretmeye, işte sizin gerçek tabanınız diye yön göstermeye çalışanların örnek olsun Orta Anadolu'nun "gerici ideolojiler deposu" merkezlerinde "yüzde 58"le iki dakika "birarada yaşayamayacağı" açık.

Sol ise bu merkezlerde onur savaşı veriyor, kafayı dik tutuyor, karşı devrimin toplumsal tabanını olabiliğince geriletmeye çabalıyor.

Bu toplumsal doku yeni çıkmadı ortaya. Statükoya bir isyan olarak hiç çıkmadı. Ortalamayı, genel eğilimi söylüyorum, Cumhuriyet kafalarına yatmamıştı, onun reformları da Demokrat Parti'de bir rövanşçı potansiyel gördüler, bu hırslı burjuva partisine yoksullar adına sahip çıktılar Türkiye işçi sınıfının ilk çıkışından, solun ilk yükselişinden rahatsız oldular, olmadılarsa rahatsız olmaları sağlandı, evlatlarını faşizmin, gericiliğin hizmetine sürdüler 12 Eylül darbesinde "sükunet", hızla kentlileşen bu toplumsal tabana yaslanarak sağlandı AKP'nin en sadık destekçileri onlardı.

Bu mudur statükoya direniş?

Statüko zaten buydu.

Türkiye'nin burjuva devrimi korkaklık ve soluksuzluğuna ek olarak, sınıfsal çıkarlarına uygun bulduğundan bu statükoya dokunmadı. Öyle bıraktı.

Efendim değişiyormuş bu toplumsal taban!

Kabuğunu çatlatıyor, yatayına ve dikeyine genişliyor.

Sözünü ettiğimiz toplumsallık, Türkiye kapitalizmi geliştikçe ve bu gelişmeyle temasını artırdıkça elbette değişim geçiriyor ama 12 Eylül'den beri devlet, genel olarak siyasi iktidar bu değişimi kontrol altında tutuyor ve gerici ideolojilerin tutkalının dağılmasına izin vermiyor.

Nasıl Türkiye sermayesi son derece dinamik ve esnek bir karakter taşıyorsa, gerici toplumsallık da aynı beceriyle adapte oluyor yeni duruma.

Büyük kentlerin birçok mahallesi ideolojik-kültürel alışkanlıklar açısından 1950'lerin kasabalarından farklı durumda değil.

Çoğunlukla yoksul olan ve neredeyse kesintisiz bir biçimde zorbalara ve zenginlere arka çıkmış olan bu insanlar suçlanabilir mi?

Karmaşık bir sorudur bu.

Türkiye'de kemalist dönüşümler onları geri ideolojilerden koparmayı göze alamadı, sonrasında CHP çareyi onları bloke etmek, yani aslında kemikleştirmekte buldu, yakın tarihimizde ise CHP "sol adı"na Türkiye işçi sınıfını soldan uzak tutarken, bu kesimlerin sola düşmanlığını güçlendirmek için neredeyse her şeyi yaptı.

Bunlar doğru.

Doğru da, topu CHP'ye atarak iş bitmiyor.

CHP onları dışlıyorsa, onlarca yıldır, onların muhafazakarlığını sahiplenip kullananlar var.

Ve insanların kendilerini kullandırtmaları, bağnazlığa şehvetle bağlanmaları.

Suç kimde sorusuna değişik yanıtlar verilebilir.

Hitler faşizmi, Alman işçilerinin küçümsenmeyecek bölümü dahil, büyük bir toplumsallığı çılgınlığa ortak ederken, bir yandan statükoya meydan okuyor, öte yandan geleneksel Alman muhafazakarlığından yararlanıyordu. Ona bu imkanı veren, onursuz bir barışa zorlayarak Almanları intikamcı ideolojilerle baş başa bırakan İngiltere ve Fransa'nın açgözlülüğüydü.

Bütün olup bitenleri, Hitler faşizminin insanlığa karşı işlediği suçları, Nazi Partisi'nin peşinden giden milyonların bu suçlara ortaklığını Versay Anlaşması'na bağlayıp işin içinden çıkabilir miyiz?

Siyaset sınıflarla, kitlelerle yapılır. Toplumsal kesimlere ancak belli bir soyutlama işlemi sırasında "nesne" olarak bakabilirsiniz. Gerçekteyse mücadele sürüyor.

Bir eğilim olarak söylüyorum, referandumda "evet" diyenler, bir süre daha sola kapalıdırlar ve solun onlarla ilişkisi bu süre içinde "kazanmaya çalışmak"tan çok "mücadele etmek" içeriğini taşımaktadır.

Liberal palavraları bir kenara bırakalım.

Sol, kadınların üç metre geriden yürütüldüğü, karalara boğulduğu, en doğal haklardan mahrum bırakıldığı mahallelerde sıçrama kaydedemez. Bu mahalleler İstanbul'da da vardır, Kayseri'de de, Erzurum'da da, Bitlis'te de… Sol, içki içmenin kriminal bir vaka haline geldiği ilçelerde sıçrama kaydedemez. İçki içmek bir marifet olduğu için değil, tersine doğal olduğu için… İçki içenleri sopayla kovalayan bir "halk", sola açık olmaz. Sol, kendi içine kapanmış, toplumsal ilişkilerin düzenlenmesini bütünüyle cemaatlara bırakmış dev metropol adacıklarında kolay kolay örgütlenemez.

Ve en önemlisi, öncesi bir yana, 8 yıllık AKP iktidarında yaşananların anlamını kavramayacak kadar kolay aldatılan ya da bunu benimseyecek kadar çürüyen bir kesim için solun kısa erimde yapacağı bir şey yok.

Tüm "evet"çileri kapsamıyor bu söylenenler. Ama "evet"in gücü bu kesimlerde. "Evet"in yoksulları ağırlıklı olarak böyle.

Onlara uzanacak gücü bulmak için, yüzde 42'nin yönünü bulması, daha doğrusu yönünü değiştirmesi gerekiyor. CHP'lilerse CHP'liler, başkasıyla başkası. Türkiye'nin "gerici ideoloji"lerine dokunmayan, ondan faydalanmayı uman ama o kabına sığamadığında paniğe kapılan CHP politikalarından kurtarılmaları gerekiyor.

Sosyalist seçenek, bugünün güncel sorunlarının için yerleşecek ve belli bir toplumsallığın kafasına yatacak.

Başka çözüm yok.

Yok, "siz bu işi asıl yüzde 58'le yaparsınız" diyenlerse, düpedüz yalan söylüyor.

Liberallerin aklına gereksinimimiz yok.

Solda "hayır"cıların profilini beğenmeyenler varsa, onlara da sözümüz, "tutan yok, evetçi toplumsallığı devrimcileştirmek de size düşsün" olabilir ancak!