'Evet': Çökmüş Osmanlı projesinde ısrar. Peki ya 'Hayır': ?

Erdoğan geriye gitmeden yapamayacak olan bir siyasetçi, bunu kanıtladı. Dolayısıyla, Türkiye gericiliğinin imparatorluk sevdasının ötesine geçen, Osmanlı’da kendisini koruyacak bir iklim gören birinin zorlamasıyla Türkiye aşılmış-tükenmiş-yıkılmış bir modele sığdırılmaya çalışılıyor.

İstikrar arayışı ve işçi sınıfı korkusu, kendisi baştan aşağıya gericileşen patron sınıfını aptala çevirmiş de olsa, Osmanlı’ya dönüş, çürüyen Türkiye kapitalizmi için bile çok fazladır. Bundan aşağı yukarı yüz yıl önce imparatorluğu modernize etme çabası karaya oturmuşken şimdi onun restorasyonunun “yeni vizyon” diye ortaya konulması sermaye sınıfının arayışına pek denk düşmüyor.

Düşmüyor ama Türkiye’de egemen sınıfın, yüzünü geriye dönmüş ve inatçı Erdoğan çizgisine karşı inandırıcılığı olan bir seçenek üretemediği de bir gerçek. Bugünkü iktidar, memleketi yağmalama ve halkı soyup soğana çevirerek kaynak yaratma becerisini “Osmanlı modeli”ne bağladıkça, Türkiye burjuvazisi bu modelle ilgili çekincelerini geriye çekiyor, yumuşatıyor; modelin kaçınılmaz çöküşüne kadar nimetlerinden yararlanıyor

Yerleştirilmek istenen Osmanlı projesinin çöküşünün kaçınılmazlığı nereden geliyor?

Projenin kendisi bir asır önce çökmüştü. Taklidi ise birkaç yıl önce çöktü. 2013 Haziran Direnişi, 2010-2011’de ortaya çıkan bir gerçeğin, kendisini daha sert ve açık bir biçimde hissettirmesinden başka bir şey değildi: Türkiye AKP’nin öngördüğü modele sığmıyordu. Buradaki Türkiye, sermaye sınıfından ibaret değildir, Türkiye dediğimizde sınıf çelişkileriyle, ideolojik-kültürel dinamikleriyle, karmaşık toplumsal dokusuyla bir bütün olarak büyükçe bir ülkeydi ve Haziran 2013’te bu ülke Erdoğan’a sınırlarını gösterdi.

İçeride Osmanlı rüyası gerçeğe dönüşemezdi, dışarıda ise Suriye’den devam etmek isteyen proje sert bir duvara toslamıştı. Arap coğrafyasına Osmanlı sancağı dikme hayalleri aşağı yukarı Haziran Direnişi ile aynı anda yerle bir oldu.

Erdoğan ise devam ediyor. Çünkü Türkiye burjuvazisi, 1923 Cumhuriyeti’nden kurtulmaya karar veren aktör olarak, Osmanlı projesini durduracak temel aktör olan halkı mümkün olduğunca devre dışı bırakacak, onu sürüye dönüştürecek formüller aradıkça kendince popülist siyaset izleyen Erdoğan’a hayat hakkı tanıyor

Şimdi biraz duralım ve Erdoğan’ı Fethullah Gülen’le durdurma stratejisinin öyküsüne yakından bakalım.

1. Bu stratejinin önü Haziran Direnişi’nde ortaya çıkan Erdoğan karşıtı toplumsal hareketin kontrol edilmesindeki güçlükler nedeniyle Türkiye burjuvazisinin ve emperyalist merkezlerin bir bölümü tarafından açıldı.

2. Bu toplumsal tepkiler bir yandan Fethullah Gülen fesatına bel bağlamaya zorlanırken, diğer yandan siyaseten düzen sınırlarını zorlamayan ve mevcut dünya sistemini kabullenen iki parti CHP ve HDP’ye aktarılmaya çalışıldı.

3. 2014 ve 2015’te 4 kez sandık başına sürüklenen halk, güven ve heyecan vermeyen, sürekli ehven-i şerlere dayandırılan tercihler yapmak zorunda bırakıldı.

4. Parlamento içi hesaplar tutmayınca ihale parlamentoyu bombalamayı dahi göze alan Fethullahçı bir darbe girişiminin üzerine kaldı. Yani önce Erdoğan’a karşı yükselen halk hareketinden korkup onu iğdiş ettiler, sonra da iktidarsızlaştırılan bir halkın sandıktan tavşan çıkaramayacağını anlayınca halkı evde oturmaya çağıran bir askeri müdahaleye başvurdular.

5. Gülen cemaati hep yüzünü gizleyerek, hep fesatla iş görmüştü; 15 Temmuz’un gücü ve zayıflığı aynı noktadan kaynaklanıyordu. Her yere sızmışlardı, bu kendileri açısından bir başarıydı ama darbenin topluma hitap eden yüzü, kimliği yoktu; herkes işin teknik örgütlenmesindeki zaaflardan söz ediyor, hikaye, başarısızlığın temel nedeni halk korkusuydu. Ancak bu korkunun Fethullah Gülen’de başlayıp onda bittiğini söylemek çok zor.

Şimdi…

Türkiye burjuvazisi, kendisine kalsa, uyum sağlayabileceği Osmanlı projesinin Türkiye toplumuna fazlasıyla geri ve dar geleceğini bildiğinden, bu projeye alternatif hazırlamak zorunda. Bu aynı zamanda projenin durdurulması için arayış demek. Aynı mantık biraz daha karmaşık nedenlerle güçlü emperyalist merkezler için de geçerli.

15 Temmuz darbe girişiminin bütün pisliği Gülen cemaatinin sırtına yüklendi. Gülen’den yararlanmaya devam edecekler, bu karanlık örgütlenme Türkiye kapitalizminin ve Türkiye kapitalizminin uluslararası bağlarının genlerine işlemiş durumda. Ancak “halksız” çözümde ısrar edemezler.

Toplumsal bir enerjiye gereksinecekler. Şu anda bu toplumsal enerjiyi sınırlayacak, istedikleri ideolojik-siyasal kanallardan akmasını sağlayacak mekanizmaları kurmaya çalışıyorlar. Çalışıyorlar diyoruz ama ortada belirgin bir aktör de yok bunu yapan çünkü kapitalizm her yerde giderek derinleşen ve boyutlanan bir kriz, bir çıkışsızlık yaşıyor.

Lakin Türkiye önemli bir ülkedir ve sermaye “ne yapalım Osmanlı’yı kabulleneceğiz, iyi para vururuz” noktasına gelemez. Halk korkusundan gelemez.

Bir kez daha halkı “halk”la kazıklamaya hazırlanıyorlar. Bu kaçınılmaz.

Referandum yaklaşıyor; bu referandumda iş bitmeyecek. Evet’ler fazla çıkarsa, Erdoğan bir dönemeci daha alacak ama asla huzur bulmayacak. Hayır’ların fazla çıkması ise bir yandan halka güven verirken hem kavgayı şiddetlendirecek hem de uluslararası tekellerin hazırlık ve arayışlarını hızlandıracak.

Kim bilir, belki süreç referandum öncesinde ivmelenir.

Peki bizim cephemiz ne yapacak?

Halkı “halk” ile kazıklamak isteyenleri saflarımızdan uzak tutacağız. Referandumun her şeyin başı ve sonu olduğu iddiası, kazıkçıların icadıdır. Uyarıyoruz; Erdoğan’a karşı halkın enerjisine ihtiyaçları var ve bu enerjiden ölesiye korkuyorlar. Osmanlı’ya kadar gidemiyorlar ama tarihsel ilerlemeden öcü gibi korkuyorlar.

Bu Türkiye burjuvazisinin krizidir. Bu krizden çıkışları yok. 1923 Cumhuriyeti’nden kurtulmak istediler, bunu becerdiler de. Ama yıkılan Cumhuriyet’ten Osmanlı’ya kapı açıldı, kendileri geçecek de, Türkiye o kapıdan geçmez. Kaldılar iki arada bir derede. Şimdi istiyorlar ki Türkiye’yi iki arada bir deredeye sabitleyelim! İstiyorlar ki Osmanlı kapısını halk kapatsın ama o halk ters istikamette ileriye gitmesin!

Sınavımız budur.

İşin gerçeği Osmanlı projesini durdurmak, yeni bir Türkiye, eşitlikçi-özgürlükçü bir düzen için de gerekli enerjiyi yaratabilir. İddia edildiği gibi ilki kolay, ikincisi çok zor değil. Yeter ki, enerji doğru yerde biriksin.

İnadına bunu savunacağız. İnadına Türkiye’nin emekçi sınıflarını 100 yıl öncesinin “sınıf-mınıf yok, hepimiz aynı gemideyiz” yalanına karşı örgütleyeceğiz. Evet, halka, halkın enerjisine fena halde ihtiyaçları var. O enerjiyi yaratacağız ama halk düşmanı burjuvaziye, onun ajanlarına kendimizi kullandırmayacağız.

Osmanlı projesi kendisine Haremağası olarak Yiğit Bulut’u seçmiş, “vakıflar parası”nın yönetimini ona bırakmış gözüküyor. Bu saçmalıktan kurtulacağız ama “daha çağdaş” diye Türkiye’nin oligarklarının, kan emici tekellerinin soygununa katlanacağız diye bir şey yok.

Türkiye Osmanlı özlemcilerine kapıyı kapatırken başka bir kapıyı açmak zorunda; diğeri hep birlikte çürümedir.

O kapı sosyalizmdir.

Hayır derken, neye evet dediğimizi anlatmadan ne Osmanlıcı gericilerle hesaplaşabilir ne de önümüze konan tuzaklardan sıyrılabiliriz.

Yetmez ama hayır, doğrudur ve herkesin diline yapışmıştır. O halde adını koyalım, yetecek olan nedir?

Osmanlıcılık sevdasından vazgeçmiş bir Erdoğan rejimi mi?

Erdoğan’dan arındırılmış bir AKP mi?

AKP’nin geriye çekildiği bir burjuva diktatörlüğü mü?

Laik ama Amerikancı bir hükümet mi?

Nedir yetecek olan?

Hayır tek başına yetmez, yukarıdakilere ise aynı şiddette bir HAYIR!

Evet, o kapı sosyalizmdir ve EVET’in, yetecek olanın başka karşılığı kalmamıştır. 

10 Şubat 2017 tarihinde Boyun Eğme Dergisinde yayınlanmıştır.