Ergenekon, Darbe ve Kürt Sorunu

Önceki gün Tuncay Güney'in sorgu bantlarını ve ardından TRT'deki canlı yayını izledim, izlemek zorunda kaldım. Acı verdiği açık, bu kişinin iddiaları bir ülkeyi kilitliyor ama daha acısı, yanlışıyla doğrusuyla, gerçeğiyle çarpıtmasıyla, söylenenler tek bir şeye işaret ediyor: Baştan aşağıya kire bulanmış bir ülke. Dün bir arkadaşım "devletin çözülmesi" saptamamızın "devletin dağılması"na çevrilebileceğini söyledi, haklıdır ama bir önemi var mıdır, bilmiyorum. Bildiğim, çözülünce ya da dağılınca emekçilerin üzerine yığılıveriyor. Bu nedenle kapitalist devletin yıkılmasından, devletin ise sönmesinden söz ediyor olsa gerek marksistler.

Güney'in sorgusuna ilişkin "tuhaf" ayrıntılar basında yer alıyor, bir tanesine de soL'da yer verilmişti. Öncesinde işkence yapılsa dahi, sorgulanan kişinin sorgucularına "sizin zamanınızı almıyorum ya" diye sorması olacak şey değildir. Ama burası Türkiye'dir ve olmaktadır.

Şimdi biz Türkiye'de Ergenekon ekseninde neler olabileceğine kafa yoralım.

Geçen yaz Ergenekon operasyonu yeni bir ivme kazandığında "Amerikancı uzlaşma" demiştik. Şu anda bu uzlaşmanın sürdüğünü ama aynı zamanda yeni gerilimler biriktirdiğini söyleyebiliriz. Bu gerilimleri Türkiye'deki bir süreci hızlandırmak için "patlama" noktasına taşıyabilecek tek güç, sürecin mimarı ABD'dir. En güçlü olasılık olmamakla birlikte, ABD'nin Türkiye'yi bir süreliğine gerçekten dağıtıcı bir müdahalede bulunması için uygun bir döneme girildiğini düşünebiliriz. Türkiye'yi dönüştürme sürecini hızlandıracak, yeni dengelerin ortaya çıkmasını sağlayacak bir "kaos" dönemi. Geçtiğimiz günlerde yaşananlar, büyük olasılıkla uzlaşmanın tazelenmesi anlamına geliyor ama dediğim gibi küçük de olsa bir olasılık daha var.

Yine yaz aylarında, ben bu sürecin iddia edildiği gibi askeri darbeler dönemini kapatmadığını, ABD'nin rahatsız olduğu unsurlardan arındırılmış bir TSK'nın darbelere daha "hazır" hale geleceğini söylemiştim. Aşağı-yukarı bu noktaya da gelinmiştir. Laikliği hâlâ referans alan, ABD ile gelişmiş işbirliğinin çağın biricik gerçekçi konumlanışı olduğuna inanan, Kürt sorunundaki Barzanici çözüme fit olan ve AKP'den biraz kurumsal, biraz tarihsel nedenlerle rahatsız olan bir komuta kademesinin, aşağıda biriken basınçtan da yararlanarak, yeni türde, ama 28 Şubat gibi dolayımlı olmayan bir müdahalede bulunabileceğini hesaba katmak gerekir. Aylar önce "Türkiye'de darbe tehlikesi yok" derken yalın bir gerçeğe işaret ediyorduk: Darbeler için sermaye ve ABD desteği ve de bu aktörlerin açık çıkarı gerekir. Evet, ABD uzun bir süredir "darbe" opsiyonunu kullanmıyor, elinde daha etkili bir silah var: Demokrasi, Amerikancı demokrasi. Ancak kriz ve bölgesel gelişmeler ABD'yi AKP ile danstan vazgeçirebilir. Bazı unsurlarından arınmış bir TSK, Obama'nın İran politikasına ilaç gibi gelebilir, Afganistan için hazırlanan Büyük Savaş'ı rahatlatabilir.

Ergenekon operasyonunun hem kendisi bir darbedir, hem de askeri darbe için daha uygun bir zemin yaratmıştır. Liberallerin "darbeler dönemi kapandı" hezeyanından heyecanlanan "solcu"ların bence biraz daha düşünmesinde yarar var.

Bir başka gelişme ise Kürt sorunuyla ilgili. Ergenekon operasyonunun yakın dönem siyasal hedefleri arasında Kürt sorununu belli bir yere bağlamak olduğu açık. Bütün ifadelerin, ortaya çıkarılan "kanıt"ların ve bir bütün olarak "Ergenekon operasyonu" ideolojisinin işaret ettiği bu. Kürt sorununu "derin devlet"in yarattığı, PKK'yi kurduğu ya da ele geçirdiği ya da kontrol ettiği, örgütü kendi iktidarını sürdürebilmek için kullandığı teziyle "çözüm"e gidecekler. Devletteki bu iktidar odağı tasfiye edildiğine göre... Öbür taraf da kendi tasfiyesini gerçekleştirecek.

Tam anlamıyla deli saçması olan iki iddianın son derece sağlam bir sistematiğe yerleştirilerek Ergenekon operasyonunun büyük ama bu kez en büyük uzlaşmaya bağlanarak nihayete erdirilmesi güçlü bir olasılıktır. Deli saçması bir, Yalçın Küçük'ün Öcalan'ın da tepesinde, PKK'nin en üst yöneticisi olduğudur. Deli saçması iki, PKK'yi Gladio'da Doğu Perinçek'in temsil etmesidir. Yalçın Küçük'ün düşüncelerine, Doğu Perinçek'in ise hem düşüncelerine hem de yaptıklarına kefil asla olmamam, benim gözümde bu iki iddiayı deli saçması olmaktan çıkarmıyor. Ama şu sıralar deli saçmalıkları ile yol alan bir ülkedeyiz.

İlginçtir, DTP bu saçmalıklara itiraz etmemeyi tercih ediyor, anlıyoruz ki, bazı koşullarla bu saçmalıkları kabullenecekler. Kimi katillerin, faili meçhullerin asker sorumlularının deşifrasyonu önemlidir ama yetmez. Sonuçta "çözüm"e giden yolun açılmasını ve kendilerine de burada yer açılmasını bekliyorlar. İlginç, ama daha ilginci, Öcalan'ın dengelerin artık geri dönülmeyecek bir biçimde değiştiğine ikna olup bu saçmalıklara çanak tutan bir yaklaşım geliştirmesi olabilir. Olur mu bilmem, olursa şaşırmam.

Güney'in açıklamalarından buraya geldik, son bir şey kaldı. Güney oynuyor, uyduruyor, yazıyor. Ama Amerikancılığını asla gizlemiyor. Kimse önemsemedi ama Tuncay Güney devletin televizyonunda ısrarla "Amerikancı olacaksınız" dedi, bundan kaçınılamayacağını söyledi, "kesin karar verin" derken sesini yükseltti. Çuval hadisesine değinirken, "siz müttefikinize kalleşlik yaparsanız, o da buna yanıt verir" türünden şeyler söyledi. Bunların söyletildiği, aralara yerleştirildiği açık. Ve aynı Güney, söz ne zaman Rusya'dan açılsa, yine gizleyemediği bir öfkeyle, kinle konuşmaya başlıyordu. İyi seçmişler, orduya yeniden itibar yolunu gösteriyor, AKP'ye kırmızı çizgileri hatırlatıyor. "Ergenekon seni de götürür" mesajını herkes "teknik" bir ayrıntı olarak algıladı, oysa ortada bir gerçek var: ABD bunca patırtıyı Erdoğan'ın hatırı için çıkarmadı. Solcusuna da sağcısına da siviline de askerine de "bana boyun eğeceksiniz" diyor. İlk boyun eğenlerin solculardan çıkması da bizim utancımız!

[email protected]