Erdoğan Türkiye’yi nereye götürüyor?

Türkiye’nin bir dış politikası var mı? Çok net olarak söylemek zorundayım ki, Türkiye’nin bir dış politikası yok. Olamaz da…

Bu ülkede 15 yıl boyunca hükümet eylemekte olan AKP’nin bütünlüklü bir programı var mı? Artık yok.

CHP’nin kendince bir çıkış planı var mı? Hayır. HDP başı sonu belli bir strateji doğrultusunda hareket ediyor mu? Etmiyor. MHP? Orada biraz durmak ve belki şu “kurultay” gündeminin geride kalmasını beklemek gerekiyor.

Ancak hiç çekinmeksizin söyleyebileceğimiz, Türkiye’nin sürüklendiğidir. İçeride çapa tutmayan bir ülkenin dışarıdan yönlendirilmesinde de güçlükler olduğu açık.

Gelin şimdi bu söylediklerimize daha yakından bakalım.

AKP’nin birbirini tamamlayan iki dış politika açılımı olduğu biliniyor. Bunlardan ilki Avrupa Birliği’ne yaslanarak Türkiye’de istediği dönüşümleri gerçekleştirmek olarak özetlenebilirdi. Her iki tarafın da mutlu ve mesut olduğu, emperyalist Avrupa’nın uluslararası tekellerin önündeki engelleri bir bir kaldırttığı, Türkiye burjuvazisinin emeğe saldırganlığı demokratikleşme yalanıyla maskelediği, liberal limanları tercih eden “sol” ahmaklığın bu yalanı “ilerici” bir sosa buladığı bu dönemle temelde Arap Baharı’nın içine yerleştirilen Yeni-Osmanlı denemesinin, yani AKP’nin “ikinci” döneminin çeliştiğini, bir dönüş olduğunu da yine ancak “sol” ahmaklık ileri sürebilirdi.

Fabrika ayarlarıymış… Kötü bir şaka bu.

Önce Avrupa Birliği’ni kutsadılar sonra Arap Baharı’nı ve her ikisinde de AKP’ye yardım ettiler, şimdi faşizm, diktatörlük, IŞİD filan…

“Yetmez ama evet”çiler şimdilerde şamar oğlanına döndü bu ülkede, hak ediyorlar ama AKP’ye muazzam hareket serbestliği sunan Avrupa Birlikçilik ve Arap Baharı güzellemesindeki günah daha az değil. Birinde Türkiye’ye demokrasi geliyordu, diğerinde Ortadoğu’ya devrim!

Burada bir tutarlılık ve derin bir stratejik akıl var. Emperyalist merkezler adına da, AKP adına da… Sığ olansa buraya yapışan “sol”culuktu.

Şimdi böyle bir akıl yok. AKP’nin Yeni Osmanlı denemesi çöktü, çökeli epey de oluyor ve yerine bir şey konamadı. Erdoğan’ı kurtarmaya endeksli manevralardan bir dış politika stratejisi zaten çıkmaz. Rusya’ya “Tayyip’e dönük kuşatmayı kaldır Suriye’de cihatçıları daha az destekleyelim, yeni enerji yolları üzerinde birlikte çalışalım”, ABD’ye “Tayyip’i harcama, NATO’yu Karedeniz’e yerleştirelim” stratejik değil, taktik manevralardır ve tutarlı bir stratejinin içine yerleştirilemeyecek kadar savruk, özensiz girişimlere dönüşmüştür. Türkiye büyüklüğündeki bir ülkede “Erdoğan’ı kurtarma” hedefi temel eksen olamaz, bütünlüklü bir stratejinin ürünü olabilir. Şu anda böyle bir stratejiye dair en küçük bir belirti yok. Olsa emin olun, “sol” ahmaklık bir yerinden buna bulaşır, durumdan vazife çıkarır, buna anlam yükler!

 

Peki içeride?

İç politika ile dış politikayı birbirinden ayıramıyoruz, zaten AKP’nin belli bir stratejik akla işaret eden iki ardışık dış politika dönemi aynı zamanda bir iç politik açılımına da denk düşüyordu. AKP yine kesintisiz bir biçimde Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı-devrim fırçaları vurdu, kapitalist Türkiye’de geriye dönüşü olmayan sonuçları oldu bu darbelerin ama aşağı yukarı Yeni-Osmanlı tıkandığında içerideki Osmanlıcı AKP Türkiyesi’nin de yerleşikliğe, istikrara kavuşamayacağı ortaya çıktı.

Geriye ve “ileri”ye gidemeyen bir geçiş dönemi.

Bugün buradayız. AKP’siz AKP ya da Erdoğansız AKP arayışları Türkiye’de düzen adına içeride de dışarıda da durumu bir süre idare edecek bir stratejinin ortaya çıkmasına zemin sağlayabilirdi. Ancak Erdoğan’ı kurtarmak için yapılan iç ve dış hamleler zaten yarım yamalak ve titrek bir biçimde sürdürülen arayışları kadük hale getirince Türkiye kilitlendi ve bunun sonucu sürükleniyor.

AKP’nin ekonomide ray değiştirme hazırlıkları, bir kez daha sahaya sürdüğü ve sermayenin ağzını sulandıran projeciliği de henüz bir stratejik bütünlüğe sahip değil. Aynı nedenle: Erdoğan’ın sıkışan paçasını kurtarmaya verilen öncelik tutarlı, uzun vadeli bir projeksiyona olanak tanımıyor.

Gezi’ye kışla hortlaması agresif bir stratejinin değil agresif bir kişiliğin ürünüdür.

Düzen muhalefeti iktidarın bu stratejisizliğinden anlam çıkarmak, sürüklenmekte olan Türkiye’yi veri alarak strateji üretmeye kalkmaktadır! Verdiği tuhaf görüntü biraz da bundandır.

Herkesin dilindeki saray entrikaları, düne kadar imkansız denen ittifaklar sürüklenen bir ülkeyi yönetilebilir hale getirecek derin aklı değil, tam da sürüklenmenin boyutlarını göstermektedir. Tutarlılık, program ve bir gelecek yoktur. Gelişmeleri okuma girişimleri sonuçsuz ve fuzulidir.

Sürüklenen Türkiye, sürüklenmenin şiddeti oranında ağırlık taşıyacak bir kuvvet uygulanarak belli bir yöne doğru çekilebilir ya da itilebilir.

Bu kuvvet er-geç ortaya çıkacaktır.

Bağımsız ve baskın emekçi karaktere sahip bir halk hareketi dışındaki hiçbir kuvvet iyi ya da tercih edilir sonuç vermez; bunu tekrarlaya tekrarlaya dilimizde tüy bitti ancak birkaç yıldır işaret ettiklerimiz artık davul zurnayla ilan ediliyor. Sermayenin dünyasından her ay yeni bir açık mesaj geliyor: Sürüklenme kaptan köşküne yerleşmiş kişinin karga tulumba edilmesiyle sonlanacak diye. “Bunu biz yapacağız, halk da figüran olacak” demekteler. Buna fit olma, bunu benimseme hali, süreci bir diktatörün derin, kalıcı ve alt edilemez stratejisine bağlayıp sürüklenmeyi görmeyenler tarafından Türkiye’nin 2013’te kendini gösteren direncine dayatılıyor.

Bu korkunçtur, en az Erdoğan’ı komplolardan korumaya kalkmak kadar korkunçtur.