Erdoğan Türkiyesi’nde vicdan yarıştırmak

“Biraz da Kürtlere dönük katliamlardan söz etseniz…”

“Bu ülkede gericilik var” dendiğinde aynı tepki, ekmek kavgasındaki işçilerin her gün kaza adı altında beşer-onar öldürülmesinden söz edilince aynı tepki…

Acıyı, ızdırabı ölçmüyoruz. Duyarsız filan da değiliz.

Ancak hâlâ anlaşılmadıysa artık zamanıdır, Kürt sorunu diğer sorunlardan bağımsız ve çözümü için her şeyin meşru olduğu bir başlık olarak tarif edildiğinde, sorun çözülmediği gibi, ülkenin bütün dinamiklerinin üzerine koyu bir gölge gibi iniyor.

Nedenleri, sonuçları, araçları, hedefleri örtülü, özellikle son 15 yılda birçok bilinmeyeni ve bu anlamda epeyce bir bilineni olan Kürt sorununda çözüm arayışını sadece “vicdan”a sıkıştırıp, insanları taraf olmaya zorlayanlar inandırıcılıklarını da yitiriyor. 

“Şimdi savaşıyoruz”la “şimdi barışıyoruz” arasındaki geçişkenlikler, savaşa ya da barışa destek olması istenen kesimleri kişiliksizleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda onları soruna yabancılaştırıyor da.

Bugün olan budur. 

Yaşananlara sessizlik yalnızca korkuyla, manüplasyonla, duyarsızlaşmayla açıklanamaz. Türkiye’nin batısında milliyetçi-şoven duyguların teslim almadığı ciddi bir kesim, Kürt sorununda kimseye güvenmiyor, gerçekle yalanın iç içe geçtiğini seziyor, aldatıldığını düşünüyor.

Evet, yaşananlara tepki vermek için korkunun, önyargıların aşılması gerek; bunun içinse eşiği atlatacak bir enerji. Ama işte o enerji Kürtler adına siyaset yapanların 15 yıl boyunca AKP ile sürdürdüğü dansın uzamasıyla buhar oldu, gitti.

Bu söylenenler toplumsal düzlemde geçerli.

Siyasal düzlemdeyse işler daha da karışık.

Solun “vicdan”dan tamamen arınarak siyaset üretmesi mümkün değil. Şehirler bombalandı, insanlar katledildi, yaralılar ölüme bırakıldı, daha önce de tanık olduğumuz rezil ve vahşi yöntemlerle zorbalık ve işkence yapan timlerden kahraman yaratıldı. Buna ses çıkarmanın, itiraz etmenin elbette türlü yolları var.

Ancak hiçbir zaman yeterli olmaz. Birincisi, bu zalimliği durdurmak için Türkiye’de dengeleri değiştirecek bir güç olmak gerekiyor. İkincisi, bütün ülkeye yalnızca Kürt sorunu üzerinden bakanlar için Türkiye solu zaten 30 yıldır kör, duyarsız, bencil ve milliyetçi.

Ve zaman zaman bol keseden savuran bazı liberal aydınların da ortaklaştığı gibi vicdansız!

Peki nedir vicdan?

MİT ile siyaset mühendisliği yapılmasını sineye çekmek midir vicdan?

AKP’nin en gerici, en zalim aktörlerine arka çıkıp onları savunmak, diktatörü kurtarmakla övünmek midir?

Sola devletle birlikte ayar vermek midir?

Yoksa Haziran Direnişi’nde, yani milyonların kalkışmasında Erdoğan’a ve Fidan’a dönük komplo keşfedip buna karşı önlem almak mıdır vicdan dedikleri?

Vicdandan söz edilecekse, Erdoğan’a bugünkü savaşçı politikalar için güç ve onay verenlerin kapısına dayanılmalı. 

Doğru, olan Kürt halkına oluyor. Ancak ne yazık ki, Türkiye’deki siyasal güç dengeleri, bugün Kürt siyasetinin savaş-barış sarmalında istediği gibi sürdürdüğü karmaşık ve karanlık politikaya onay ve destek vermeden Kürt halkıyla dayanışmayı ciddi ölçülerde sınırlıyor.

Aslında bu sıkışma bilerek yaratılıyor.

Çünkü vicdanın ötesine geçtiğinizde, azıcık siyaset cephesinden baktığınızda AKP ile işbirliği pratiği var, pazarlıklar var, hükümetle girilen gericilik yarışı var, Amerikancılığa geçit var, sermaye egemenliğine övgü var.

Gerçi bunların hiçbiri solun bir kesimi için artık değer taşımıyor. Değerli olan herhalde şu: “Verin ne istiyorlarsa, milletvekilliği, belediye başkanlığı…”

Milletvekili olmak için yanıp tutuşanlardan tek bir ses yok. İmralı tutanaklarında gerçekten çarpıcı, düşündürücü onlarca “itiraf” var, kimsenin umurunda değil. Bari şu “verin milletvekilliğini…” sözleri insanın haysiyetini harekete geçirir diye düşünüyorsunuz, o da yok!

Pardon, haysiyet önemli değil, önemli olan vicdandı.

Tutanaklar AKP’yi zor durumda bırakmak için yayınlanıyor, belli. Bir de “MİT’le iş çeviriyorduk şimdi düşman ilan edildik” demek için… Destekçi solun ne hale dönüşeceğini kimse düşünmüyor, onların kendilerini düşünecek hali bile kalmamış nasılsa…

Ya vicdanları?

Vicdan yetmiyor diktatörü ve onun arkasındaki güçleri alt etmek için. 

Çünkü vicdan zayıf düştü, bu kadar ilkesizliğin, bu kadar kirliliğin ortasında.

Vicdan baş edemiyor diktatörle çünkü bir Türk milliyetçileri bir Kürt milliyetçileri Erdoğan’a hayat öpücüğü verip durmakta.

Vicdan işe yaramıyor çünkü bundan sadece on-on beş yıl kadar önce sağcıların bile ürktüğü Amerikancılık yaftasından artık solcular dahi rahatsız olmuyor.

Vicdan etkisiz kalıyor çünkü Türkiye’de gerçek direnç noktalarından birisi olan aydınlanmacı-laik birikime saldıranlar arasında yaygın biçimde Kürt siyasetçileri de var.

Vicdansız solcu olmaz, bugün artık vicdanla hiçbir şey olmaz.

Her gün denizlerimizde onlarca çocuk ölüyor. Diktatör bağırıp duruyor “ey dünyaa…. sessiz kalma”!   Sessiz kalınca vicdansız oluyorsunuz.

Ya da vicdan filan yapıp kendinizi ve başkalarını kandırıyorsunuz.

Nasıl olacak, herkes evine bir Suriyeli mi alacak? Yoksa Ege’de sığınmacı nöbetleri tutmaya mı başlayacağız, denize düşenleri kurtarmak için?

Bu düzene, bu düzenin şu anda somutlandığı siyasi iktidara karşı emeğin kurtuluşundan yana, aydınlamadan yana, bağımsızlıktan yana mücadele etmeyen vicdanını mümkün değil rahatlatamaz.

Biz Türk, Kürt bütün insanlarımıza, bölge halklarına borçlandık. Bu borcun zaten vicdan rahatlatarak ödenmesi asla mümkün değil.

Ya da vicdanınız varsa, bu düzene isyan bayrağı açarsınız!