Erdoğan normalleşmemeye mi karar verdi?

Papatya falı gibi, seviyor-sevmiyor-seviyor-sevmiyor; normalleşecek-normalleşmeyecek; seçimi tekrarlatacak-tekrarlatmayacak… Türkiye Erdoğan’ın kararını bekliyor!

Yüksek Seçim Kurulu diye bir şey yok (e bu büyük ölçüde doğru), devlet işlerini düzenleyen kurallar yok (bu da büyük ölçüde doğru), muhalefetin iradesi yok (buna da büyük ölçüde doğru demek gerekiyor), AKP’de parti içi demokrasi yok (fazlasıyla doğru), dolayısıyla geriye Erdoğan kalıyor. Ama işte bu da doğru değil. Çünkü Erdoğan’ın eli aslında bayağı zayıf.

Peki nasıl oluyor da 31 Mart’ın hemen ardından ortaya çıkan beklentilere ve bu doğrultuda kimi ipuçlarına karşın, “normalleşme” bir yana Erdoğan her gün daha fazla geriyor ortalığı?

Şu “normalleşme” lafının içerdiği tuhaflıklara daha önce yeterince değindik. Normalleşme dedikleri, giderek toplumsal desteği azalan, dahası kendi iç çelişkileri derinleşen AKP’yi geniş bir koalisyonun parçası haline getirmek, Erdoğan’ı bugünküne göre daha sınırlı yetkiyle bu koalisyonun tepesinde tutmak…

Sermaye sınıfı bunu istiyor, Avrupa Birliği bunu istiyor, ABD yönetiminde bir kesim bunu istiyor, CHP bunu istiyor, İYİP bunu istiyor, AKP’nin içindeki önemli bazı isimler bunu istiyor, Davutoğlu ve Gül bunu istiyor… Kuşkusuz her birisinin kendine özgü bir normalleşme formülü ve gerekçesi var ama bu farklılıklar bir noktadan sonra ayrıntı.

O halde sorumuza dönelim, eğer Erdoğan sanıldığı kadar güçlü değilse, bu kadar geniş bir kesimin uzlaştığı bir yol haritasını yalnızca Soylu ve Albayrak’ın (üstelik birbirleriyle keskin bir rekabet içindeler) ya da Pelikancıların baskısıyla neden elinin tersiyle itiyor?

İtmiyor, itemez de…

Yaptığı kendi “normalleşme”sini dayatmak!

Çünkü Erdoğan’ın elinde iki kart var, diğerlerinin elindeyse tek bir kart. Erdoğan normalleşme taleplerini kabul ya da red etme seçeneklerine sahip ya da sahipmiş gibi yapıyor, diğerleri için ise normalleşme dışında bir seçenek yok, bunu hissettirmeyi bile denemiyorlar.

Zaten bunu yapacak bir aktör yok. Kılıçdaroğlu birdi şimdi İmamoğlu’yla birlikte iki adet Kılıçdaroğlu çıkmış oldu sahneye. Soğukkanlılığını hiç bozmayan, yaşanan her şeyde bir hayır bulan, kırmızı çizgilerden asla hoşlanmayan bir siyaset tarzı… Buna Abdullah Gül’ün kokmaz-bulaşmaz siyasi hamlelerini ekleyin… Türkiye’de normalleşmeci muhalefet kendi kendini öyle bir yola sokmuştur ki, burada ne manevra yapmak ne de gerisin geri dönmek mümkündür.

Erdoğan bunu fark etmiş ve karşısında “ne olur normalleşelim” diyen ittifaka kendi “normalleşme” felsefesini dayatmaya başlamıştır. Burada sınırlarını ve karşı tarafın elindeki asıl kozun “ekonomik kriz” olduğunu mutlaka bilmektedir. Ancak normalleşme satın almaya mahkum olan muhataplarını mümkün olduğunca büyük bir bedel ödemeye razı etmek için “almazsanız almayın” demektedir.

Bu bedeller arasında İstanbul seçimlerinin de olduğu anlaşılıyor. En azından Erdoğan “acaba denesem mi” noktasına geldi. Aradan geçen süre içinde seçimlerin tekrarı durumunda muhalefetin aslında tek mantıklı politika olan “boykot”u tercih etmeyeceği ortaya çıktığına göre, Erdoğan buradan devam edebilir. “İmamoğlu daha büyük bir farkla kazanır nasılsa” demekle “AKP bir yol bulur İstanbul’u vermez” demek arasında bir fark yok gerçekte. Çünkü siyaset yalnızca sonuç değil aynı zamanda süreçtir de… Erdoğan, karşıtlarının normalleşme dışında hiçbir stratejilerinin olmadığını fark ettiği andan itibaren, zamana oynamaya ve süreci yönetmeye soyunmuştur. Ve sürecin asıl aktörleri olan sermaye sınıfı ile, emperyalistler ile nikah tazeleyip, oradan güç almaya çalışan normalleşme delisi muhalefeti boşa çıkarmaya uğraşmaktadır.

Bu tabloda kim güçlüdür, kim zayıftır meselesi fazlasıyla karışık. Ve bir yerden sonra önemsiz. Çünkü normalleşme etrafındaki çekişmeden halkın payına hiçbir olumluluk düşmeyecek. Ortada düzen siyasetinin açık bir krizi var ve bu kriz sadece ve sadece emekçi halk örgütlülüğünü artırır, kendi bağımsız siyasi çizgisini güçlendirirse işe yarar. Yoksa Mansur Yavaş yağmur değil normalleşme duasına çıksa, İstanbul Belediyesi mehter takımına Enternasyonalli Dombralı potpuri çaldırsa, Babacan’la Gül kuracakları partiye Mevlana Partisi adını verip tabelaya Panda ayısını amblem olarak kondursa boş, hikaye...

Gelin anormalliğin normal olduğu bu düzenle normalleşmeyelim; insanlığın normlarını, eşitliğin normlarını, özgürlüğün normlarını dayatalım. Halkın elindeki kart bu olsun.