'Erdoğan mı geri adım attı, Fazıl Say mı?'

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan pazartesi röportajlarında bu hafta Fazıl Say ile Erdoğan'ın konser buluşması, iktidarın "normalleşme" hamleleri ve seçimlere ilişkin sorularımızı yanıtladı.

"Burada kişilerle ilgili bir mücadele verilmiyor, gerçekleşen AKP Türkiyesi’nin normalleşmesini isteyen geniş bir koalisyonun başarılı bir operasyonudur" diyen Okuyan, "Sonuç Erdoğan’ın ötesindedir ve Erdoğan’ın Fazıl Say’ı dinlemek için çok hevesli olduğu düşünülmemelidir" ifadelerini kullandı. Okuyan, TKP'nin seçim sloganını ve seçim sürecinde hangi eksende çalışma yürüteceğini de açıkladı.

Geçen haftaya damgayı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Fazıl Say'ın davetini kabul edip konserine gitmesi vurdu. Erdoğan'ın Mozart dinlemeyi zulüm olarak nitelediği sözlerinin hemen ardından gelen bu adımı ve sonrasında çıkan tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye normalleşiyor mu?

Türkiye’de siyasal alandaki boşluklar nedeniyle “popüler” kişilerden sürekli kahraman yaratılmaya çalışılıyor. Sistem de bunu istiyor. İdeolojileri, kolektif yapıları, siyasi ve toplumsal programları yönetmek, kontrol altında tutmak zordur. Oysa kişileri kahraman yapmak da yerin dibine geçirmek de daha kolay. Her iki işlemde de aynı mekanizmalar işliyor. Siyasette lider kültü bu nedenle yaratılıyor. Ortalık kendi etrafında oluşan ilginin, popülerliğin gerçek kaynağını anlayamayan bir sürü kişiyle dolu. Fazıl Say işte böyle bir dünyada, kendi sanatçı yaratıcılığı, üretkenliği ile ünlendi. Üstelik popüler kültürle çoğu kez karşı karşıya gelerek. O noktada üzerine olmadık ve taşıyamayacağı bir yük bindi. Kendisini yakından tanıyanlar, Fazıl Say’a yüklenen siyasi anlamın bir karşılığı olmadığını hep söylüyordu. Zaten “sanat”ın kendi başına böyle bir rol üstlenebileceği de bir şehir efsanesidir. Sanat siyaset ve toplumsal mücadelelerden beslendiği oranda oraya bir şeyler katar. Ne Türkiye’de bu açıdan henüz sağlıklı bir etkileşim var ne de Türkiye’nin en değerli sanatçılarından biri olan Fazıl Say böyle bir etkileşime açık ya da istekliydi. Bu koşullarda “Erdoğan mı geri adım attı, Fazıl Say mı” sorusunun bir anlamı yok. Burada kişilerle ilgili bir mücadele verilmiyor, gerçekleşen AKP Türkiyesi’nin normalleşmesini isteyen geniş bir koalisyonun başarılı bir operasyonudur. Fazıl Say’ın bir sanatçı olarak Erdoğan’la buluşmaya ihtiyacı yoktu, evet söylenen  doğrudur, Erdoğan’ın meşruiyet sorununda küçük bir rahatlama sağlamıştır. Ancak sonuç Erdoğan’ın ötesindedir ve Erdoğan’ın Fazıl Say’ı dinlemek için çok hevesli olduğu düşünülmemelidir.  

Bu durumda, normalleşme seçim sonrasına bir "yatırım" olarak mı okunmalı?

Seçimler kendi başına bir anlam taşımıyor. AKP toplumun yarısının kabullenmediği bir Türkiye projesini hayata geçirmeye çalışırken, toplumun öfkeli kesimlerinin henüz fark etmediği bir başka sonuca ulaştı. Yerli ve yabancı sermaye açısından olabilecek en cazip hukuki-siyasal-ideolojik zemin yaratıldı. Bu zeminin riski toplumun yarısının AKP’ye dönük geçici olmayan tepkisi. Bunu çözmek için yıllardır uğraşıyorlar. AKP, AKP’nin muhalefeti, Fethullahçılar, CHP, diğer düzen partilerinin tamamı bu doğrultuda rol üstlenmiş durumda. Erdoğan patronlar açısından, düzen açısından riskin de kazanımın da öne çıkan aktörüdür. Bu nedenle normalleşmeyi Erdoğan yönetmiyor, normalleşme arayışlarına Erdoğan bir yerden sonra karşı çıkamıyor. Erdoğan’ın bir siyasetçi olarak normalleşmeye uygun bir tarzı yok, dar anlamıyla işine gelmez normalleşme. Karşısında boyun eğmeye hazır, mücadeleden kaçan bir muhalefet gördüğü için o muhalefeti toplumdaki öfkeyi temsil etmeye çağırıyor sürekli. Çünkü biliyor ki düzen muhalefeti, o öfkeyi orta yerde bırakacak, deyim yerindeyse satacak ve kendisi de o toplumsal öfkeyi kıracak; bir açıdan asla unutamadığı Haziran Direnişi’nin rövanşını alacak. Ancak bir başka akıl, Erdoğan’ın kişisel motivasyonu ile değil, düzenin çıkarları açısından bakan akıl Türkiye’de o çapta bir toplumsal karşı karşıya gelişin beklenmedik gelişmeleri tetikleyebileceğini bildikleri için normalleşmeye yatırım yapıyor. Kuşkusuz dünyadaki gelişmeler, emperyalizm içi rekabet, bölgesel gelişmeler, bir sürü etmen var. Türkiye’nin iç politikası toplum mühendisliği çabalarına bire bir yanıt verecek durumun çok uzağında.

Bu “normalleşmenin” derinleşen ekonomik kriz ve krizin olası toplumsal sonuçlarına etkisi ne olur?

Özellikle vurgulayarak, altını çizerek söylüyorum, Türkiye’de sermaye sınıfının, patronların ihtiraslarını ve iddiasını AKP temsil ediyorsa, o sınıfın uzun vadeli çıkarlarını ve aklını CHP-İYİP temsil ediyordur. Burada bir karşıtlık yok, burada bir bütünlük var. Ve bu bütünlük Türkiye toplumuna daha fazla sömürü, daha fazla adaletsizlik, daha fazla iş cinayeti olarak geri dönüyor. Normalleşme, Türkiye toplumunun bu bütünlüğe zarar verecek gerginliklerden arındırılmasına verilen addır ve bu anlamda Türkiye normalleşmemelidir. Dar anlamıyla AKP’nin kabullenilmesi filan değil mesele. Türkiye’de şu anda ağırlıklı olarak yaşam tarzı, laiklik, özgürlük ekseninde şekillenen güçlü toplumsal tepki, 12 Eylül 1980’den beri sürdürülen ağır sermaye saldırısından geriye kalan biricik pozitif enerjidir. Bu enerji yok edilmemelidir. Bunun koşulu bu enerjinin, hiç değilse bir bölümünün bir yere yönelmesidir. Bu enerjinin düzeni sorgulayan, emekçi karakterli, sosyalizan bir yönelime girmesi sağlanmalıdır. Gerisi hikaye; gerisi korku filmi gibi. 

Bir yandan seçim takvimi işliyor. Düzen partilerinin adayları büyük ölçüde netleşti. Dersim ve bazı yerleşimlerde TKP adayları kamuoyuna ilan edilmeye başladı. TKP'nin bu seçimlerde sloganı ne ve seçim çalışmalarını hangi eksende yürütecek?

Yıllar önce “Paranın Saltanatı Varsa Halkın TKP’si Var” demiştik, şimdi bunu daha güçlü bir biçimde söylememiz gerekiyor. Çünkü aradan geçen sürede paranın saltanatı da, saltanatın parası da fazlasıyla güçlendi. Şimdi emekçi halkı güçlendirmemiz gerekiyor, bu partisiz olmaz. TKP aklını, örgütlülüğünü, kararlılığını, her şeyini koyacak. Seçimde ve sonrasında. Türkiye’nin her yerinde adaylarımızı belirliyoruz, partimizle birlikte yürümek isteyen, partimizden aday olmak için başvuranlarla görüşüyoruz. Dersim’de geniş bir ittifakın adayları TKP adayları olarak seçime girecek. Bunun dışında Türkiye’nin her yerinde çalışmalarımızı sürdürüyor, adaylarımızı belirliyoruz. TKP’nin ilkeleri belli. Sömürüye, emperyalizme, gericiliğe karşıyız. Bu sade ama çok iddialı bir programdır. Bu program etrafında birleşilmelidir.

TKP’ye bir kez daha oyları bölme suçlaması yapılmayacak mı?

“Oyları bölmeyin” teması, siyasetçinin ağzında ahlaksızlıktan başka bir şey değildir. TKP’nin sömürü düzenine, emperyalizme, gericiliğe karşı duruşuyla ortaklaşan başka hiçbir parti yok seçimde. Neyi böleceğiz? Sömürüye, emperyalizme, gericiliğe karşı olup da düzen partilerine oy verenlerin asıl adresi TKP’dir. Adı üzerinde seçim, isteyen patronların sağcı hükümetine, isteyen patronların sağcı muhalefetine, dileyen de emekçi halkın partisine oy verir.