Ekim Devrimi ve Mustafa Kemal KEMAL OKUYAN

Bundan dört gün önce Ekim Devrimi'nin 91. yıldönümüydü. Büyük hem de çok büyük bir devrimdi ama Sovyetler Birliği ortadan kalkalı beri, eksik ve biraz havada. Ardından gelen kuruluşu, insanlığın eşitlikçi bir toplum yolunda elde ettiği muazzam kazanımları, daha sonra bir bir geri alınsa da, yok saymak mümkün değil belki ama açıkçası Ekim Devrimi'ni "kutlamak" insanın içinden gelmiyor.

Büyük Ekim Sosyalist Devrimi ne kadar değerliyse, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği de o kadar değerliydi, tarihsel bağlamda birbirlerini tamamlıyor, birbirlerine güç veriyorlardı. Ülke, devrimin sonucuydu, varlığını ona borçluydu ama devrim de ülkeyle gerçeklik kazanmıştı. Sovyetler Birliği aradan çekilince Ekim Devrimi'ni yaşayan bir olgu haline getiren kaynak kaçınılmaz bir biçimde kurudu.

Hiç kuşkusuz, Ekim Devrimi buna direnecek tarihsel ve kuramsal zenginliğe fazlasıyla sahip. Bugün toplumsal kurtuluş programlarının tamamına ışık tutacak güncelliğe sahip olması bu zenginlikten kaynaklanıyor.

Ancak yine de Ekim Devrimi'nin 1917 yılına sıkıştırılmasına, sonrasındaki büyük kuruluş süreciyle irtibatının kesilmesine izin vermemek gerekiyor. Ekim'i "heyecanlı" Rus işçi ve aydınlarının yarım kalan rüyası olarak göstermek kimin işine yarıyor, bir düşünmeli.

Karşılığı yok ama onurlu bir mücadele...

Ne kadar tanıdık değil mi?

Romantik ve "aykırı" bazı erkek ve kadınların, düşlerini gerçek kılmak için kahramanlaştığı tarihsel kesitler... Sonra? Sonra acı gerçekler, insanlığın sınırları, ihanetler, hayal kırıklıkları ve küçük hesaplar...

Değer miydi sorusunun kaçamayacağınız gölgesi...

Che'nin eylemi değerli, Castro Kübası değersiz... Ekim günleri pek görkemli, Stalin Rusyası pek karanlık...

Bu algıyı yerleştirmek istiyorlar. Sonuçtan uzak durmamızı, sonuçtan umudu kesmemizi. Motorsikletli Che'ye öykünüp, sosyalist bir devletin örgütlenmesi uğraşını, yeni bir toplumun yaratılması iddiasını "banal" bulmamızı. Sandığın üzerine çıkıp "bütün iktidar Sovyetlere" diye bağıran Lenin'i hoş görmemizi, aynı Lenin'in bir yıl sonra "Sovyet iktidarını çelikleştirmeliyiz" sözlerinden tiksinmemizi...

Asi, tatminsiz, başarısız ve muhalif kalacaksak YAŞASIN DEVRİM, öyle mi!

Dün de önemli bir devrimcinin, bu coğrafyanın en önemli burjuva devrimcisinin ölüm yıldönümüydü. Kimileri "burjuva" sözcüğünü hakaret sayabilir ama gerçektir, asla değersiz değildir ve buradaki kullanımı tamamen "tarihsel referans"lara sadık kalma amacını taşır. Başkaları da "Mustafa Kemal'e devrimci dedi, vay askerci, vay kemalist" tepkisi verebilir, doğaldır, bu ülke bereketlidir, her şey söylenir.

Mustafa Kemal'in öyküsündeki trajedi, her burjuva devrimine içkindir. Burjuva iktidarları kalıcı devrimci değer taşıyamaz, bu nedenle hem kuruluşa hem statükoya damga vuran kadrolar fazlasıyla çelişik karakterdedir. Mustafa Kemal 18 yıl iktidardadır, 15 yılı Cumhuriyet'in başında geçmiştir ve bu uzun bir süre sayılmalıdır. Kemalistler "erken öldü" der, 57 yaş gerçekten erkendir ama "yeni düzen"in sorumluluğunu taşıması açısından ömrü hiç de az değildir.

Çok kişi sorumluluğu İsmet Paşa'ya atmaya çalışır. Neyin sorumluluğunu? Demek ki iyi gitmeyen bir şeyler vardır "yeni düzen"de... Yıldönümlerindeki hamasi nutukları bir kenara koyarsak aslında çok büyük bir kesim, yalnızca bugünden değil, dünden de şikayetçidir. Doğal, bağımlı bir kapitalist ülkede zil takıp oynamak mümkün mü?

Kapitalist yol, Mustafa Kemal'in de yoludur. Kuruluşun ileriye doğru atılımı bu yola saplanıp kalmıştır.

Peki şimdi ne oluyor? Kapitalist yol, "kuruluş"tan kurtulmak için uğraşıyor. Hep söyledik, fazla uzatmaya gerek yok, Türkiye Cumhuriyeti, Ekim Devrimi'nin yarattığı yeni uluslararası düzene doğdu, bu anlamda Ekim Devrimi'nin yan ürünlerinden biriydi. Ekim Devrimi'nin en önemli sonucu ortadan kalktı, diğer bütün sonuçlarını ortadan kaldırmak istiyor emperyalistler.

Bazı dostlar, "zaten ortadan kalktı" diyor, yanıltıcıdır, müdahale edemezse emekçi sınıflar, daha kötüsü ve tarihsel bir yıkım kapıdadır. Ilımlı islam, parçalanma ve iç savaş "kuruluş"tan kurtulma değil midir?

İşte bu nedenle Mustafa Kemal'i bu kez başka türlü tartışmaya başladılar. Kuruluşu, burjuva devrimiyle gelen kopuşu ve onunla önem kazanan laiklik, bağımsızlık gibi düşünceleri önemsizleştirmek için "insan Mustafa Kemal"i "sevdirme"ye soyundular. Yalnız, hayal kırıklığına uğramış, iç fırtınalarına söz geçiremeyen bir kişi...

"Hilafeti kaldırmamalıydı" demek için, "müslümandı sonuna kadar"ı işlemek için...

Laiklik, bağımsızlık düşüncesi burjuva kuruluşa güç verir, aynı sınıfın iktidara yerleşme sürecinde ise bu düşünceler dondurulur ve hiçleştirilir. Şimdi piyasa ve emperyalizm Ekim Devrimi'nden önceki cangıla dönmek konusunda ısrarlı. Bazı şeylerin düşüncesine dahi tahammülleri yok. O zaman ne yapacaklar?

"Kuruluş"u değersizleştirecekler. Sovyetler Birliği'nin hiçbir kesitine tahammül edemediler, Türkiye'deki dertleri ise çok kısa bir aralıktır. Zaten burjuva devrimlerinin "devrimci karakteri" hep kısa bir aralığa sıkışır, sonrası zorbalık ve gericiliktir.

Bu koşullarda "kuruluş"a karşı girişilen tasfiye operasyonu ancak başka bir "kuruluş" felsefesine yaslanarak durdurulabilir.Türkiye'nin bugünkü kavşağı budur: Ya sosyalist devrim ya yıkım!