Dolar kimin kafasına düşecek?

Türkiye’nin bir dış politikası yok. Bunu ısrarla söylüyoruz. Dış politika yok, Erdoğan’ın kişisel kurtuluş manevraları var.

Örnek mi?

Tayyip Erdoğan, Ukrayna'ya gidip, “Kırım’ın Rusya tarafından ilhakını tanımıyoruz” dedi, Rusya’dan açıklama gecikmedi: "Erdoğan tanısa da, tanımasa da, Kırım Rusya’nındır ve bunu Erdoğan da bilmektedir." Bu kibarca, “Erdoğan’ın dediklerini önemsemeyin” açıklamasıdır ve aslında diplomatik dil açısından sanıldığı kadar da “kibar” bir davranış değildir.

Belki Erdoğan da bunu bildiği için bir önceki ziyaretinde “Rusya’yı boş ver biz bize yeteriz” diyerek birlikte pozlar verdiği Ukrayna Devlet Başkanı Proşçenko ile basının önüne çıktığı anda uyuklamayı tercih etti. Türkiye’nin bir dış politika stratejisi olsaydı Erdoğan uyuklayacak kadar yorulmazdı. Bu kadar manevraya can mı dayanır!

Çok değil bundan birkaç hafta önce bize yeni arkadaşını “dostum Donald” diye tanıtmıştı. Hani hakkında “eyyyy Amerika” diye öfkeyle konuştuğu ABD’nin Başkanı Trump. O kadar dostlardı ki, iki ülke hiç bu kadar yakın olmamıştı reisin adamlarının dediğine göre… Sonra öbür dostu Vladimir’le buluştu, gazeteler Rusya’nın liderine bu buluşmada tam sekiz kez “dostum” dediğini yazdılar.

Dış politikanın yerine kişisel kurtuluş mücadelesi geçince böyle olur; “dostum”, “kardeşim”, “biraderim”le idare edilir. Merkel ucuz atlatmış, ona da “Angela bacım” diyebilir, sonra “eyyyy Almanya” diye yeniden horozlanırdı.

Şimdi… Bu kadar dostun, kardeşin ortasında “ne oluyor” sorusuna yanıt arayalım.

Olan çok kaba bir tabirle şudur: Erdoğan “üzerime gelirseniz sizin tekerinize çomak sokarım, ayağınıza dolanırım” demektedir. Hemen belirtmek gerekiyor ki, burada “Türkiye’nin üzerine gelmek” kastedilmemektedir, adlı adınca mesele Tayyip Erdoğan’ın kendisidir

Peki ABD’nin ve Almanya’nın, Erdoğan’ın üzerine gelmesi için neden var mıdır? Evet vardır, hem de birden fazla. Sayalım.

1. Erdoğan’ın kontrolü zor bir siyasetçi olduğu düşünülmektedir. Hiçbir şeyden etkilenmeyip hiçbir şeyi umursamayan bir destekçi kitlesine sahip olması, başka ülkelerdeki iktidar değişiklikleri için her zaman araç bulunduran emperyalist merkezlerin canını sıkmaktadır. 

2. Erdoğan Türkiye toplumunun kentli ve dinamik kesimlerini ikna edememektedir. 2013’te kısmen olduğu gibi bu kesimlerin tepkilerinin mevcut dünya düzenini sorgulayacak bir noktaya gelmesinden ABD ve diğerleri korkmaktadır.

3. Erdoğan çok hızlı manevra yapmakta, dolayısıyla uluslararası hiyerarşi açısından arıza çıkarma potansiyeli taşımaktadır.

4. Erdoğan Suriye’de kendi güçlerini abartmış, ABD’yi bir anlamda yanıltmış ve üstlendiği ihaleyi ortada bırakmıştır. 

5. NATO üyesi olan bir ülkenin lideri olarak Rusya ile ilişkilerde kafasına göre davranma hakkını kendinde görmekte, dünyanın en kanlı terör örgütünün en temel kuralını çiğnemektedir.

6. Türkiye’de patronlara ülkeyi istedikleri gibi soyup soğana çevirme özgürlüğü veren Erdoğan, kapitalist ekonomiyi tek başına düzenleme, kimin ne kadar pay alacağını belirleme ve bazı kapitalistlerin varlıklarına el koyarak başka patronlara devretmeyi alışkanlık haline getirmiştir.

7. Erdoğan ABD açısından büyük önem taşıyan Kürt sorununda da istikrarsızdır, kişisel çıkarları doğrultusunda kâh “çözümcü” kâh "savaşçı" olmakta her gün ittifak politikasını değiştirmektedir.

Burada kesebiliriz. Unutmayalım ki, bütün bunlar dünyada büyük güçler arasında rekabet ve çelişkilerin iyice derinleştiği bir sırada oluyor, Erdoğan’ın her manevrası bu güçler arasındaki dengeleri değiştiriyor. Yani Erdoğan’ın kişisel kurtuluş hamlelerinin çok kapsamlı sonuçları var.

Yukarıda sayılanlara bakıp Erdoğan’ın Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini düşününler olduğunu biliyoruz. Böyle bir şey yok. Her şeyden önce iç politika ile dış politika birbirinden bu kadar ayrı değil. Türkiye’deki toplumsal ve siyasal sistem sömürenin çıkarları üzerine kurulu ve sömürülen milyonlar şiddetle, hukuk(suzluk)la, şantajla, dincilikle bastırılıyor. Böyle bir ülkenin dış politikasının herkesin çıkarına olması imkansızdır. Türkiye’nin dış politikası da kapitalistlerin çıkarlarını gözetir. Nitekim onca pusulasızlığa karşın, Türkiye’nin dış politikasında istikrarlı olan, yerli ve yabancı (burada kim yerli kim yabancı o da iyice karışmıştır) tekellerin çıkarlarına uygun adımların atılmasıdır. Burada halkımızın çıkarına tek bir unsur yoktur. Irak ve Suriye’deki son dönem politikalar dahil.

Ancak Erdoğan’ın kişisel kurtuluş hamleleri, Türkiye’de patron sınıfının kabul edeceği sınırları zorlamaktadır. Türkiye ekonomisi ABD ve Almanya’dan kopamaz. TÜSİAD ve MÜSİAD arka arkaya açıklama yapıp Erdoğan’ı “kibarca” uyardılar. Niye? Çünkü Türkiye’de patronlar bir stratejik bütünlüğü olmayan, kişisel kaygılarla atılmış dış politika adımlarının peşinden bir yere kadar gider.

O zaman çalsın sazlar… mı diyeceğiz? ABD’den kurtuluyoruz, Almanya’ya had bildiriyoruz, üstüne bir de patronların karizamsını çizdik midir bu işin özü?

Yok öyle olmuyor…

Çünkü ABD ile kavga etmeye kalkan kişi yeri geldiğinde tarihimizin en Amerikancı, en işbirlikçi siyasetçisi olabilmiştir. Yine olabilir. Olamayacak olan buradan halkçı bir iradenin çıkmasıdır. Nasıl Afganistan’da Taliban, başka yerlerde El-Kaide’nin anti-Amerikan söyleminden bir pozitif anlam çıkmıyorsa, buradan da hiçbir şey çıkmaz.

15 yıl boyunca patronları ihya eden ve hemen tamamı patronlardan oluşan bir siyasal ekibin aniden patron düzeni ile hesaplaşacağını düşünmek için de bir neden bulunmuyor.

Buradan uzun vadede üç sonuç çıkabilir. Birincisi Erdoğan, daha büyük tavizler vererek emperyalist dünya ile uzlaşır, patronları 15 Temmuz’da olduğu gibi ihya eder. Bu bir olasılıktır. İkincisi dolar onun kafasına düşer ama sonuçta o tek bir kişidir, bunun zararını halkımız çeker, yerine başka birileri bulunur. Üçüncü olasılık Türkiye’nin kaosa ve belki çok daha ağır bir sözcükle nitelenebilecek bir sürece girmesidir.

Üç olasılığın da halkımızın çıkarlarına olmadığı açıktır. 

Görüldüğü gibi ehveni şer arayışı, düzen içi çözümler çok ama çok tehlikeli. Örneğin bu ekonomiyle ABD’ye kafa tutmak, bu toplumsal sistemle Almanya’ya dayılanmak… Sömürünün dik alasını yap sonra o sömürü dünyasının zirvesine meydan oku. Hadi oradan! Halk nerede? Halkın çıkarları nerede? İçeride ver dinciliği, ver ırkçılığı, istediğin zaman “dostum Donald” de, istediğin zaman “eyyy Amerika” diye diklen ve her durumda alkışlan! Buradan da bağımsızlık çıksın!

Halbuki… Hazır makineyi dağıtmışken sistem, hazır büyük reis kişisel kurtuluş için sığınacak yer aramaktayken, hazır patronlar elde ettikleri “cennet”te bile paniklemişken, hazır ABD ve Almanya kendi derdine düşmüşken; örgütlenip, ayağa kalkmak ve “bir dördüncü alternatif daha var, yıkalım bu köhne düzeni” demek yok mudur?