Dış politika ne kadar önemli?

Kemal Okuyan'ın “Dış politika ne kadar önemli?” başlıklı köşe yazısı 5 Aralık 2012 Çarşamba tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

soL gazetesi’nin bölgesel ve uluslararası gelişmelere fazla önem verdiğini ileri sürenler oldu. Bu gazetenin verili okur alışkanlıklarını kabullenerek hazırlanmayacağını, beklentilerle kendi hedefl eri arasında bir denge kuracağını baştan söylemiştik. Her gün dolu dolu iki dünya sayfasıyla çıkmak vazgeçmeyeceğimiz tercihlerimizden. soL okurlarının bundan şikayetçi olduğunu da düşünmüyoruz.

İç politika nerede başlar, nerede biter, hangi konular dış politika alanına girer, bunlar zaten tartışmalı. Uluslararası piyasaların gelgitlerine ve nakit akışına bağımlı bir ekonomi, bölgesel sorunların hemen hepsine dahil olmuş bir siyasi iktidar, NATO gündeminden hiç çıkmayan bir ülke ve iç politika/dış politika ayrımını güçleştiren Yeni Osmanlı projesi…

“Halkımız ilgi göstermez” lafını ben çok dostumdan duydum, bunların bazıları gazeteci.

İşin gerçeği, halkımız bu “basın”ın yazdıklarına ilgi göstermesin daha iyi! Birkaç cevval gazetecinin çabaları yetmiyor, çünkü medyanın dış haberlerde değiştirilmesi neredeyse imkansız, belli bir “genel doğrultusu” var.

Bugün soL normalde başka bir konuyu manşete taşıyacaktı. Ancak dün gece televizyonlara, bu sabah da gazetelere bakınca şu Putin’in ziyaretine ilişkin bir düzeltme yapmaya gereksinim duyduk.

Basınımız Rusya Devlet Başkanı’nın ziyaretini hükümet açısından “başarı” hanesine yazıverdi. Diplomasi gereği sarf edilen bazı sözcükleri cımbızlayarak, Rusya ile stratejik ortaklığın sürdüğünü müjdeledi. En çok da Putin’in “biz Esad’ın avukatı değiliz” sözü öne çıkarıldı.

Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile ortaya çıkan Rusya Federasyonu’nun ahlaki bir dış politika uygulaması herhalde beklenmiyor. Nihayetinde emperyalist eğilimler barındıran, egemen sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda hareket eden bir iktidar var Moskova’da. Dolayısıyla Rusya’nın Suriye politikası, Rusya’nın bölgesel hesapları tarafından çizilir, gelişkin bir adalet duygusu tarafından değil. Böyle olduğu için güvenilmez, böyle olduğu için sahiplenilemez…

Özetle, biz de Putin’in avukatı değiliz, olmaya niyetimiz yok.

Ancak bir başka gerçek daha var: Bugün Suriye’yi karıştıran, ABD ve müttefi klerinin kirli savaşıdır. Rusya’nın bugünkü çıkarları bu kirli savaşı mümkün olduğunca engellemek, durdurmaktır.

Bu koşullarda Rusya’nın Türkiye ile ilişkilerinde aptalı oynamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Putin’in bir güne sığdırılan ziyaretinde “dostluk” adına, iki kapitalist sınıfın ekonomik ilişkilerindeki yoğun trafik vardır yalnızca. Gerisi, riyakarlık, düşmanlık ve çatışmadır.

Şovenizm, provokasyon ve yalan dış politika haberlerinde mübah hale geldiğinden, bizim basın bir kez daha uydurmuştur.

Bana göre Putin’in ziyaretinde en fazla önemsenmesi gereken, basın toplantısında kendisine yöneltilen “Suriye’nin nükleer silahları”yla ilgili sorudur. Türkiye’de bir gazetecinin Suriye’de nükleer silah olduğunu söyleyebilmesi, kişisel bir mesele değildir. Basının dış politika haberciliği inanılmaz derecede sorumsuzlaşmıştır. Bizzat tetikçilik yapan “haberci”ler bir yana, gerçeklikle en küçük bir ilgisi olmayan iddiaların çoğalması, bütün basın emekçilerini zan altında bırakacak noktaya ulaşmıştır.

Rusya Devlet Başkanı’nın “bu bir çeviri hatası olmalı” yanıtı diplomatiktir ama şaşkınlığı gizlememektedir. Oysa buradaki sorun ne çeviride ne bilgisizliktedir…

Türkiye’de basın, dış politikada hükümetin halkla ilişkiler bürosu gibi çalışmaktadır. Bir kısım solcunun bile CIA-MİT destekli bombalama eylemlerini “Esad sivil halka saldırıyor” diye kabullendiği bu ülkede bırakın soL “kara koyun” olmaya devam etsin, kimsenin avukatı olmadan, bölge ve dünyadaki gelişmelerde fark yaratsın.