Devrimin Yıkıcılığı, İstikrar Arayışı ve Sosyalist Seçenek

Türkiye’nin bir yıkım sürecinde olduğunu söylemek sıradanlaştı. Toplumsal çürümeye işaret etmenin bir anlamı kalmadı. AKP’nin bu ülkenin başına ne kadar büyük bir bela olduğu gerçeğini yinelemek gereksizleşti.

Nüfusun belki de gerekenden büyük bir bölmesi, bir biçimde “tehlike”nin farkında.

Dolayısıyla olup bitenlerin nedenlerini anlatmak, birbirleriyle nasıl bağlantılı olduğunu göstermek ve sorunların aslında ortak bir kaynaktan beslendiğini kavratmak gerekiyor ama uzun bir aradan sonra ilk kez sol “felaket tellallığı” yapmak zorunda kalmayacağı bir döneme giriyor.

Bakmayın siz “gerçek bir burjuva demokratik devrim ile karşı karşıyayız” diye buyuran, “nihayet normalleşiyoruz” müjdesini veren soldan liberallere...

Onlar memleketin iyiye gittiğini düşünüyorlar. Biraz daha gidersek, sınıf mücadeleleri için sağlam bir temel oluşacakmış, öyle diyorlar.

Kolay gelsin...

Memleket elbette iyi gitmiyor!

Ve beni toplumda bu yargıda ortaklaşanların sayısındaki artış ilgilendiriyor.

Konu AKP’ye oy verenler, vermeyenlerle ilgili değil. Çok daha basit, çok daha yalın: İşler kötü gidiyor!

Bu geçmişte çok sık karşılaştığımız küçük esnaf yakınmasının ötesidir, ev kirasını ödeyemeyen bir emekçinin anlık dertlenmesi ya da tarladan kaldırdığı mahsülü mazot parasına dahi yetmeyen köylünün birkaç günlük söylenmesi de değildir.

Türkiye’de hoşnutsuzluk yaygınlaşmaktadır.

Bunun bir diğer anlamı şudur: İstikrara oynayan ve düzen içi rakiplerini istikrar palavralarıyla dize getiren AKP kendi silahıyla yaralanmaya başlamıştır. Doğal, işsizlik bu kadar yaygınken hükümet partisi “istikrar”a sığınamaz. Milliyetçilikle bezenmiş bir Kürt açılımıyla “istikrar”a oynanamaz. En önemlisi, 6-7 yıl süren bir normalleşme kimseye “istikrar” hatırlatmaz.

AKP’nin Türkiye’yi belirsizliğe sürüklediği inancı bugün toplumda çoğunluk düşüncesi haline gelmiştir.

Demek ki, emekçi sınıflar dahil olmak üzere, toplumda hâlâ baskın psikoloji istikrar arayışı ve AKP buradan yara alıyor (Kürt yoksullarının da farklı saiklerle istikrara yöneldiğini buraya not düşmek gerekiyor).

Düzen değişikliği talebiyle, devrimci bir perspektifle hareket edenler için burada hem büyük bir güçlük, hem de büyük bir olanak var.
İstikrar arayışı çoğu kez statükoculuk, muhafazakarlık anlamına gelir.

Buna karşın, devrim, yıkıcı bir eylemdir ve bu kadar pisliğin biriktiği bir toplumsal düzenin alaşağı edilmesi, bayağı yıkıcı bir sıçramayla mümkündür ancak.

Bu istenmiyor... Ya da henüz bu noktada değil hoşnutsuzluk, hiç değil.

Bununla birlikte sosyalizmin, bugün toplumda “istikrar” başlığı altında toplanabilecek birçok özlemi kapsayacak biçimde toplumsal bir seçenek haline gelmesi mümkündür.

Sosyalist devrim eski düzenin bütün kurumlarıyla yıkılmasıdır.

Ancak sosyalizm ekonomik istikrardır, enflasyon ve işsizlikten arınımadır, fatura derdinden kurtulmaktır, açlığı sözlüklerden çıkarmaktır.

Sosyalizm barış olmasa da, barışçılıktır. Her tür kavga, her tür savaş herkes tarafından algılanan bir haklılık temeline dayanıyorsa meşrudur.

Gerisi insan yaşamının kutsanması ve derinleştirilmesidir.

Sosyalizmin bugün insanlarda ortaya çıkan kaygıların neredeyse tamamını ortadan kaldıracağına ilişkin kanıtları buraya sıralamama gerek yok.

Bunu anlatacak ve bunu tartışacağız. Muazzam olanakların biriktiğini unutmadan.

Toplumun hiç değilse bir bölümünün “yıkıcılığı” göze alması, bu “kazanım”lar konusunda az çok bir fikre sahip olması ve beri tarafta kapitalizmde hiçbir geleceğinin kalmadığına ikna olmasıyla da ilgilidir.

Yaklaşmakta olan hesaplaşmanın konusu, tarafları ilk etapta nasıl şekillenirse şekillensin, Türkiye’nin geleceği, o sürece bugünkü düzenin sınırlarının ötesinde arayışlarla giren kesimlerin “anlamlı” bir büyüklük ve güce sahip olup olmamalarıyla belirlenecektir.

Örselenen Türkiye solunun enerjik kesimlerinin bu görevi yerine getireceğine içtenlikle inanıyorum. Kollar bunun için sıvanıyor.