Devrimci siyasi görevlere dair...

“Türkiye nereye gidiyor”, bugün daha çok “siyaset”in konusudur. Sosyolojik değerlendirmelerin işaret ettiklerine fazla güvenmek olmaz, en sıkıntılısı, nicel büyüklüklerle nitel yargıların iç içe geçtiği saha araştırmalarından sonuç çıkarmaya kalkmaktır.

Örnek olsun, bugün Türkiye’de insanların çok büyük bir bölümünün sorun listesinde işsizliği baş sıraya yazması, “demokratikleşme”, “insan hakları” gibi konuları çok fazla önemsememesi siyaset düzleminde pek karşılık bulmuyorsa, bu ne ilgili verilerin temelsizliğini ne de insanlarımızın riyakarlığını kanıtlar.

Sürekli olarak farklı şirketlere “eğilim” araştırması yaptıran ve toplumun büyük çoğunluğunun “ekmek” derdinde olduğu konusunda “uzman” uyarısı alan AKP’nin buna rağmen siyasi gündemi “darbe tehdidi ve sivilleşme”ye kilitlemekte ısrar etmesinden de iki sonuç çıkarılmalıdır: Bir, insanların siyasi ve ideolojik tercihleri sanıldığından çok daha karmaşık mekanizmalar tarafından belirlenmektedir iki, siyaset tek başına ve hatta belirleyici olarak toplumun tansiyonunu elde tutma becerisi değildir. Siyasetin merkezinde “iktidar” vardır ve toplumun geniş bir kesiminden onay almaksızın “iktidar” olmanın nasıl zorlukları varsa, “iktidar aygıtı”nı ve toplumu biçimlendirme yeteneği kazanmadan gerçek bir otorite haline gelmenin de kendince güçlükleri vardır. Burada AKP’nin, “iktidar aygıtı”nı ve toplumu biçimlendirme uğruna belli bir oy kaybını göze aldığını söylemek mümkün gözükmektedir.

Yine AKP iktidarı döneminde toplumsal yaşama dinsel kural ve araçlarla müdahalenin korkulduğu ölçüde yaygınlaşmadığına işaret eden araştırmaların hangi ampirik bulguyu temel alırlarsa alsınlar, ne ölçüde geniş bir sorgulamanın ürünü olurlarsa olsunlar bir noktadan sonra “siyaset”in alanına tecavüz ettiklerini ve bu anlamda gereğinden fazla önemsenemeyeceklerini belirtmek gerekir.

Eldeki verileri birbiriyle çarpıştırmak sonuç vermez. Biri derse ki, “işte insanlar türbanıyla, mini eteğiyle barış içinde bir arada yaşıyor, birbirlerine alıştılar”, ben de daha dün yeni görüntülerle gündeme gelen “Pursaklar’da içki satan dükkana polisin biber gazıyla dalışı”nı referans gösteririm. “AKP’nin gizli gündemi olduğu iddiasının sınanması için yedi yıl yetmedi mi” sorusunu bir başkası “Binali Yıldırım’ın bankalar zekat verecek açıklamasını görmedin mi” karşı sorusuyla yanıtlayabilir. “AKP tam tersine İslamı modernleştirdi” diye kestirip atan liberal aydın “daha dün İslamcı gazetelerde Hava Kuvvetleri’nde ‘Allah’ın emirlerine karşı çıkılarak içkili kokteyller veriliyor’ haberleri çıktı”yla susturulabilir.

Hiç kuşkusuz “sosyoloji” ve diğer toplumsal bilimler birtakım olguları yan yana koymaktan ibaret değil. Onlar arasında bağlantıların kurulması, asli olanlarla tali olanların ayrıştırılması, parçaların yeniden konumlandırılarak sistematize edilmesi, bütün bunlar toplumsal dinamiklerle ilgili bilim insanını rasat memurunun ötesine taşıyan zorlu misyonlar.

Ancak nereden baktığınıza bağlı olarak “dönüşüm”, “devrim”, “yıkım”, “karşı devrim”, “tasfiye”, “normalleşme”, “çözülüş” gibi son derece kuvvetli kavramlarla açıklanmaya çalışılan bir dönemde daha fazla siyaset diliyle konuşmak gerektiği açıktır.

Bilimin dili, böyle dönemlerde şaşırtıcı bir biçimde spekülatiftir, komplo teorilerini bu kadar etkili kılan da zaten onların “bilim”in otoritesinden fazlasıyla yararlanmasıdır.

Bilimsel düzlemde yanlışlanabilirsiniz, siyaset düzleminde ise risk alırsınız.

Risk almadan siyaset olmaz.

Ama siyaset riskten ibaret değildir. Eğer sağlam bir tarihsel perspektife sahipseniz, öncelikleriniz zamanın testinde çuvallamıyorsa, geçmişi geleceğe bağlayan köprünüz muhkem ayaklar üzerinde yükseliyorsa , riski bütünüyle olmasa da büyük ölçüde devrimci mücadelenin kaçınılmaz “başarısızlık” olasılığı ile sınırlayabilirsiniz.
Zaten bugünün Türkiyesi alabildiğine oynaktır, ülkenin her kıpırdanışını anlamlandırmak, bu kıpırdanışlara yanıt üretmeye kalkmak olacak iş değildir.

Ancak hareketsiz de kalamazsınız.

Hareket etmek için devrimci bir program, tarihselci bakış açısı çok şeydir ama yeterli değildir. Veri akışından daha hızlı konjonktür değerlendirmesi yapmak, bazı öngörülerde bulunmak ve bunları stratejik hesaplarınızın içine yerleştirmek durumundasınız.

Siyasal yetenek, bu yerleştirme işlemindeki ustalık ve hata paylarının etkisini azaltabilmekle ölçülür.

Her şeyi hesaba katmak değil odaklanmak...

Gece araba kullanırken karşıdan gelen araçların ışıklarına baktığınız anda körleşirsiniz, aslında gereksindiğiniz, gözünüzü sadece görmeniz gereken noktaya sabitleyen bir at gözlüğüdür.

Bu anlamda AKP iktidarının bir-iki yılından sonra, Türkiye’de devrimci mücadelenin bu partide cisimleşen iradeyle hesaplaşmak üzerine kurulması gerektiğini söyleyenler, bu sadeleşmeye götüren öngörülerinde haklı çıkmışlardır.

Şimdi bu iktidarın elde ettiği siyasal mevziler ve kendisine yüklenen ve kendi misyonlarında katettiği yol ile onun toplumsal meşruiyetindeki erozyon arasındaki çelişkilerin Türkiye’yi nereye götüreceğini kestirmeye çalışıyoruz.

Burada öngörmeye çalıştığınız şey “sonuç”sa, fuzuli bir uğraş içindesiniz demektir. Bu çelişkilerin hangi biçimlerde boy göstereceğini önceden tahmin edip buralarda kendinizi tahkim etmeye kalkmak da mutlaka gerekli olsa da, devrimci bir konumlanış için yetersizdir.

Her durumda geçerli olan, yani güçlü olasılıkların hiçbiri tarafından yadsınamayan dönemsel eğilim ve buradan çıkarılacak devrimci görevlerin tarif edilmesidir kritik olan.

Yukarıdaki saptamadan hareket etmek, AKP’nin elde ettiği siyasal mevziler ve kendisine yüklenen ve kendi misyonlarında katettiği yol ile onun toplumsal meşruiyetindeki erozyon arasındaki çelişkiyi esas almak durumundayız.

Bir başkası, söz gelimi bir liberal için AKP ile ordu arasındaki gerilim dönemi tanımlamada hareket noktası olabilir.

AKP ile ordu arasında bir gerilim olmadığı söylenemez ama biz buraya bakmıyor, AKP’nin toplumsal meşruiyetinin azalmasına odaklanıyoruz.

Bu odaklanmayla beraber bazı kestirimlerde bulunmak ve bunlarla odaklanmanın işaret ettiği görevler arasında bağ kurmak gerekiyor.

AKP’nin sözünü ettiğimiz çelişki nedeniyle daha totaliter bir yönelim içine girmesi güçlü olasılıktır, bu olasılık hesaba katılmalıdır, çok çeşitli faktörler nedeniyle AKP daha “uzlaşmacı” bir görüntü verirse eğer, “bunlara faşist diyordunuz ama” diyenler karşısında mahçup duruma düşmekten çekinmeye hiç gerek yoktur.
AKP’nin “din kartı”nı öyle ya da böyle daha fazla devreye sokması güçlü bir olasılıktır, ama bu bağlamda bir “gecikme” de olasıdır ve sırf böylesi de mümkün diyerek gard düşürmek siyaseten son derece büyük bir hatadır.

AKP’nin güçler dengesi bağlamında yaşadığı çelişkinin önümüzdeki seçimlerle beraber derinleşeceğini öngörerek hazırlık yapmak, bu kesite özel bazı hedefler koymak, seçim şapkasından burjuva siyasetinin geçici de olsa yeni bir “huzur” çıkarma olasılığını sürekli bir kenara not edip beklemekten çok da devrimci ve çok daha verimlidir.

AKP’nin, toplumsal alandaki zayıflamasını “sosyalizm” hatta “komünizm” ile özdeşleştirip yükselen emekçi tepkilerini gayrı-meşrulaştırarak izole etmeyi deneyeceğini öngörmek, buna ilişkin önlemler almak ve nihayetinde bunu bir fırsata çevirmenin yollarını aramak, AKP’nin bir süre daha sola oynamaya devam etmesi durumunda dahi tümüyle boşa kürek salllamak anlamıne gelmeyecektir.

Bütün bunlardan bir siyasal stratejisi çıkmıyor mu?

Çıktığını düşünenler, denerler...