Devrimci siyasete dair bir kez daha…

Sosyalizm için mücadele söz konusuysa, analiz doğruda durmak için yapılır. Yani, devrimci bir konumlanışa imkan sağlayacak zeminin inşası ve devrimci müdahaleler için en uygun nokta ve araçların belirlenmesi için.

Marx, Engels ve Lenin’in eşsiz konjonktür yazıları her zaman isabet kaydettikleri için değil, mevcut verileri tutarlı bir biçimde yan yana getirebildikleri ama daha çok emekçi sınıflar açısından mümkün olan en “ileri” müdahaleye cephane sağladıkları için değer kazandı.

Baş döndürücü bir hız kazanan iç ve dış politika gelişmelerini takip ederken bu ilkeyi unutmamak gerekiyor: Ne oluyor sorusunu ne yapacağıza dönüştürme zorunluluğu…

Komünist hareketimizin AKP’yi, Ergenekon operasyonlarını, Arap Baharı’nı teşhisteki yetkinliği asıl burada önem kazanır: Devrimci ve ilkeli bir konumlanışı mümkün kılmak.

Peki şimdi?

Davutoğlu gitti, Erdoğan’ın yeni arayışlar peşinde olduğu, şuna ya da buna güven vermek için türlü dolaplar çevirdiği konuşuluyor. Ne diyeceğiz buna?

Önemsizleştireceğiz.

Oysa, analiz düzeyinde o kadar çok şey söylenebilir ki… Zarrab için, Suriye için, MİT için, dışişleri için, dokunulmazlıklar için, başkanlık için…

Söylerken önemsizleştirmek zorundayız. Bunlar sistemin çatlaklarının oluştuğu fay hatlarıdır, bu çatlaklar derinleşebilir, tamam. Ancak bütün bunlardan devrimci fırsatlar yaratabilmek için ihtiyaç duyacağımız, tepeden bakabilme yeteneğidir.

Gelişmeleri değerlendirirken

-    Kapitalizmin uluslararası alanda yaşamakta olduğu krizi (bu krizin ideolojik-siyasal boyutlarını ihmal etmemek gerektiğini yıllardır söylüyoruz);

-    Emperyalist dünyada giderek artan çelişkileri ve ittifakların sarsılmasını;

-    Kapitalizmin seçenek yaratmakta zorluk çekişini;

-    Militarizm ve ırkçılığın yükselişinin kapitalist düzenin zayıflıklarının ürünü olduğunu;

-    Türkiye’de AKP operasyonunun kalıcılaşmasının da eskiye dönülmesinin de olanaksızlaştığını;

-    Türkiye burjuvazisinin büyük kârlar elde ederek artan iştah ve hırsı ile onun egemenliğinde gözlenen zayıflamaların yaman bir çelişki oluşturduğunu

hep öne çıkarmak gerekiyor.

Dolayısıyla gündelik siyasetteki rol değişikliklerinin, tasfiyelerin, ortaya çıkan alternatiflerin baskılanması, onların gereğinden fazla önem kazanmaması için uyanık olmalıyız.

Yanı başımızdan bir örnekle devam edelim. Syriza Yunanistan siyasetine yeni dahil olmadı. Uzun bir öyküsü var bu partinin. Yeni olan, bu partinin aniden Yunanistan siyasetinde başat unsur haline gelmesi ve ardından hükümete yerleşmesiydi. İşte bu süreçte Syriza’nın yükselişinin yarattığı “fark”a odaklananlarla bu “fark”ı değersizleştirmeye çalışan Yunanistan Komünist Partisi arasında ciddi bir gerilim yaşandı. Bu gerilim bütün dünyaya yayıldı, Türkiye’de de “ince” düşünen zeki solcular “Syriza fırsatı”na odaklandılar, bizse kaba bir yaklaşımdan yanaydık, Syriza bizi heyecanlandırmıyordu.

Sonuçta herkes gelişmelere kendi cephesinden baktı. Fark görmek isteyenin göreceği çok şey vardı; sol umutlanmıştı, Çipras sevimliydi, devrim-direniş filan diyordu, güç odaklarına dikleniyordu, üstelik kıravatsızdı. Bunları biz de görüyor ama görmezden geliyorduk çünkü Çipras’ın sermaye bağlantıları, NATO, Yunan burjuvazisinin krizi yönetme planlarını ve en önemlisi reformizmin tarihsel rolünü çok iyi biliyorduk. “Siz de hep açık arıyorsunuz” deniyordu bize. Doğal! Kendi yaklaşımımıza kanıt arayacağız elbette.

Yalan yok!

Ama bu yaklaşım çok tutarlı bir temele, hatta “bilimsel” bir doğruya dayanıyordu: Kapitalist sistem içi çözüm olmaz; kapitalizmden çıkış ancak devrimci bir kopuşla gerçekleşir.

Burada analizin gücünden çok, teorinin ağırlığı hissedilir. Hissedilir çünkü her kim ki ideolojisini, teorik kalkış noktalarını siyasete kurban etmeyi göze alır, o mutlaka yalanlanır ve açığa düşer. Kapitalizmin, sınıf mücadelelerinin yasallığıyla oyun oynanmaz.

Şimdi de aynısı…

MHP, CHP, AKP içindeki gelişmeler, Kürt sorunu ekseninde devletle PKK arasındaki pazarlıklar; bütün bunları izlerken onları kontrol altında tutacak, baskılayacak faktörleri sürekli öne çıkarmak zorundasınız.

Bunu yapmazsanız, HDP’yi desteklersiniz, CHP kuyrukçuluğu yaparsınız, düzen içi dengelere yerleşirsiniz.

Bu anlamda bugün analiz düzeyinde yaratıcı kabalığı tercih etmek gerekiyor.

Yaratıcı kabalığı, sistemin içini önemsizleştirmek, bir yandan da gelişmeleri sistemin dışındaki bir çözüm için değerlendirmek, o bağı kurabilmek anlamında kullanıyorum. Gerçeklerden uzaklaşmadan, onu kılıfa uydurmadan çıkış yolu bulabilmek, bütün mesele bu.

Türkiye’de (ve aslında dünyada) düzen siyasetindeki çalkantıların bir zenginlik değil bir tıkanma ve kısırlık hali olduğunu göstermek zorundayız. Bunun tek yolu artık, çıkışa odaklanmaktır.

Analiz düzeyinde, güncel konumlanışlarda iddiasız ve inançsız bir solun “devrim” ve “radikalizm” şovlarının kimseye bir faydası yoktur, ciddiye alınmaz. Bu ülkede solculuk adına hâlâ “CHP, HDP, sosyalistler cephe kursun” diyenler var. Aslında bu hayali ittifakın içine cemaat, MHP’nin bir bölmesi, AKP hizipleri de yerleştirilmiş durumda da fazla açık edilmiyor. Buna karşı dururken doğal olarak, bütün bu “zenginliği” önemsizleştirmek, “fark”ı baskılamak zorundayız.

Burada hile-hurda yok, devrimci bir tercih var.

Burjuva siyasetindeki gerilimler, yarılmalar bizi o cephenin zayıflığı açısından ilgilendiriyor, bir de karşımıza çıkarılacak seçeneklere tav olmamak için. Bu uyanıklıktan vazgeçemeyiz. Hep oraya odaklanacağız. “Ama gördünüz mü Putin ABD’yi ne biçim madara etti”, “hani HDP ile AKP anlaşmıştı”, “renkli devrim nerede kaldı”, “CHP’yi beğenmiyorsunuz ama…” Böyle sürer gider, muarızlarımızın sataşmaları.

Tersine işaret etmemiz son derece doğal. Bizim ön kabullerimiz var; hurafe değil bunlar, hayat kurtaran ilkeler. Söz gelimi açın okuyun bu Boyun Eğme’de yer alan Rusya-Suriye-ABD ekseninde olup bitenlerle ilgili mükemmel yazıyı. Burada her şey yok; ama en önemli unsur var: Kapitalist Rusya’dan beyaz atlı prens çıkmaz. Çıkmaz çünkü sınıflar mücadelesinin yasaları bunu söylüyor, gerçekler bunu söylüyor. Birileri de sürekli “hani…” diye başka şeylere itiraz etsin.
Biz komünistiz.