Cem Yılmaz haklı mı? Mesele kutuplaşma mı?

Sosyal medya kültürünün hırpaladığı ünlülerden Cem Yılmaz’ın sosyal medyanın sahte bir “kutuplaşma” hissi yarattığı ve bu hissi gerçek hayata dayatmaya başladığı iddiası üzerinde durulmaya değer. Bu yaklaşıma göre, toplum farklı düşüncelere, farklı yaşam tarzlarına daha hoşgörülü ancak sosyal medya gerilimi yükseltiyor hatta bazen yoktan var ediyor.

Sosyal medyada her an kopmakta olan fırtınalara, kullanılan dile, linç kültürüne baktığınızda bu asap bozucu atmosferden tiksinip “evet, sosyal medya kutuplaştırıyor” demek gerçekten de mümkün.

Mümkün ama yanıltıcı.

Aslında Cem Yılmaz bir kutuplaşmadan ısrarla kaçarak var olmaya devam etmek istediği için sosyal medyanın sorununu kutuplaştırmak olarak ilan etmeyi tercih ediyor.

Oysa Türkiye’nin tam da bir kutuplaşmaya gereksinimi var. Gerçek, konusu belli olmuş, tarafları belirginleşmiş bir kutuplaşmaya…

Kuşkusuz siyasi ve ideolojik bir kutuplaşma toplumda kesin sınırlarla gerçekleşmez, çoğu zaman gri alanlardır asıl baskın olan. Ancak bugün Türkiye’deki sorun gri alanlar değil, kutupların belirsizliğidir. Evet, bir açıdan gereksiz bir gerginlik vardır Türkiye’de ancak dikkatle bakıldığında bu gerginliğin konusu ya da konuları bir türlü su üstüne çıkamamaktadır.

Çünkü toplumda gerçek taraflaşma başlıkları olarak geçmişten bugüne şekillenen bir dizi mesele (laiklik-dincilik, ilericilik-gericilik, solculuk-sağcılık, kamuculuk-piyasacılık, yurtseverlik-Amerikancılık vb…) artık eskisi gibi az-çok tutarlı bir fotoğraf vermemekte. Bir başlığın oluşturduğu kümeler ile bir başka başlıktaki kümelenme arasındaki fark büyük bir karmaşa yaratıyor. Bugünün gözde kutuplaşma konusu olan Saray yanlılığı ve ona muhalefet etmek ise işleri kolaylaştıracağına daha da zorlaştırmakta. Saray eksenli taraflaşmanın herhangi bir sadeleşme yaratmadığı ortada.

Bütün bu kutuplaşma konuları değersiz ya da önemsizdir demiyorum, böyle bir iddia çok saçma olurdu. Ancak Türkiye toplumunu gerçek bir taraflaşmaya ve diğer başlıklarda da yeniden tutarlı bir konumlanışa götürecek olan emek-sermaye çelişkisidir. Bu toplum 1980 askeri darbesi ile unutturulan “sınıf” gerçeği ile yüzleşmeden bugünkü karmaşa ve tıkanmadan kurtulamayacaktır.

Zor konu, ayrı konu…

Şimdi sosyal medyaya dönelim.

Sosyal medyanın yarattığı bir sürü sorun var. Ancak bir tanesi her şeyin ötesine geçiyor ve sanki diğer sorunların da tetikleyicisi. Sosyal medyanın güçlü bir iletişim ağı yarattığı, insanları çok hızlı yan yana getirebildiği, ortak kanaat geliştirebildiği, kısa sürede büyük toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasına vesile olduğu iddialarıyla tamamen çelişen bir gerçeğe odaklanmak durumundayız: Sosyal medya örgütsüzleştiriyor.

Geride bıraktığımız 150-200 yıllık dönem insanlık büyük örgütlenme pratiklerinin içine girdi. Her şeyden önce kapitalizm bütün kriz üreten ve kaotik yapısına karşın işyerlerinde oldukça gelişkin bir örgütlülüğü sermaye sınıfı adına sağladı. Bu örgütlülük verimliliği artırdı, sömürü mekanizmalarını mükemmelleştirdi.

Bunun tam karşısında emekçiler de patronlara karşı sendikalarda ve siyasi partilerde örgütlenmeye başladı, işçi sınıfının devrimci komünist partileri bu örgütlenme furyasının en gelişkin biçimi olarak tarih sahnesine çıktı.

Örgütlü davranış, ilkel toplumlardan bu yana insanı ilerletti, birlikte hareket etme yeteneği kazandırdı, öğrenme ve deney biriktirme süreçlerini hızlandırdı, tarımın gelişmesine yardımcı oldu, doğa karşısında insanı çaresizlikten çıkardı.

Bir yandan insanlığın gelişimini durdurmaya çalışanlar da örgütlü hareket ettiler. Dahası en yıkıcı kurumlardan biri olan ordular oldukça karmaşık ve derin bir örgütlülük anlayışı üzerinde şekillendi.

Zaten insanlığın geleceğini de para, sömürü, yalan, baskı ve kötünün örgütlülüğü ile emeğin, gerçeğin, ileri olanın, iyinin örgütlülüğü arasındaki mücadele belirleyecek.

Örgütlü bir halk bugünkü düzenin korkusudur.

Peki sosyal medya neden örgütsüzleştirmektedir?

Sosyal medya örgütsüzleştirmektedir çünkü düşüncenin gelişimi için gerekli etkileşim kanallarının yerini her tür filtreyi işlevsizleştiren bir doğrudanlık almıştır. Halbuki düşünme sanıldığı ölçüde bireysel bir edim değildir; en basit bir örgütlülük dahi “düşüncesizliği” frenler. Sosyal medya dışavurumculuğu ve atışmayı beslerken herkese kendi başına “örgüt” olma hazzını tattırmaktadır. Sanallık hafif kalıyor, düpedüz halüsinasyon…

Örgütlülük etki ile tepki arasına kolektif çıkarları, düşünme ve karar alma süreçlerini, araç-amaç bağlantılı bir muhasebeyi, hatta fayda-zarar hesabını yerleştirir. Sosyal medya ise etki ile tepki arasındaki mesafeyi alabildiğine kısaltmakta, insanı “uyaran” karşısında savunmasız bırakmaktadır. Savunmasız insan bağırır, çağırır, kontrolsüzleşir. Beğeniler, yeniden paylaşımlar, takip etmeler; bütün bunlar ne yazık ki toplamda insanı geriye çeken bir davranış setidir.

“Ben”i seven, dili bozan, yaratıcılık yerine ahkam kesmeyi teşvik eden, alabildiğine tüketici bir medyadan söz ediyoruz. Hayır kutuplaştırmıyor, tersine dağıtıyor, atomize ediyor.

Sorun troller, kimliğini gizleyenler değil, onları kaçınılmaz olarak yaratan zemindedir. “Bu zeminin hiç mi yararı yok” sorusunu şimdi yanıtlamak istemiyorum. “Madem öyle siz neden kullanıyorsunuz” sorusunu da…

Çalışılması gereken başlıklar bunlar, şablonlarla yanıt üretmek aynı sindirimsizliğin parçası olmak anlamına gelir.