Bu teslimiyeti kabul etmeyen geniş bir kesim var

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, TKP'nin 23 Haziran sonrası yaptığı etkinliklere, İmamoğlu tartışmasında partiye yönelen tepkilere, muhalefetin kullandığı 'AKP diline' ve önümüzdeki dönemde siyasetin nasıl bir seyir izleyeceğine ilişkin soL'un sorularını yanıtladı.

Geçtiğimiz günlerde TKP büyük kentlerde toplantılar düzenledi, yeni partililere “hoş geldiniz” denilerek rozet takıldı. Toplantılarla ilgili bir değerlendirme yapmak ister misiniz? TKP açısından nasıl bir tablo gözlemlediniz?

İstanbul ve İzmir’deki toplantılara katılma fırsatı buldum, Ankara’dakine ilişkin ise ayrıntılı bilgim var. Toplantılarda TKP’nin siyasi gündeme ilişkin değerlendirmelerini ayrıntısıyla paylaşma olanağı da bulduk. Yalnızca bu açıdan bile son derece verimli geçtiğini söylemek mümkün. Daha iyisi, partimizin değerlendirmeleri ile partinin yakın çevresinin yaklaşımları arasındaki mesafenin neredeyse tamamen kapanması. Toplantılarda partiye yeni katılanlar ve partiyi yakından izleyenlerin özel bir ağırlığı vardı. Ne bir dil anlaşmazlığı ne bir doğrultu uyuşmazlığı yaşıyoruz. Bir partinin genişleme kanallarındaki psikoloji ve vurgular son derece önemlidir, hatta partilerin geleceği bu beklenti ve yönelimlerle şekillenir. TKP son bir yıldır, büyüme ve yaygınlaşma ivmesini çok yükseltti. Seçimlerin tamamlanmış olması ve yaz aylarına girilmesine karşın bunda bir değişiklik yok. Partiyi anlayan, benimseyen, sahip çıkan, heyecanlı bir toplamla buluşuyoruz ve bu toplam her gün yenileniyor.

TKP’nin 23 Haziran tutumunun partiyi izole edeceğini söyleyenler vardı…

Hem siyaset yasalarını hem de TKP’yi yeterince bilmemekle ilgili olabilir. Kuşkusuz tutum belirlerken “izole olur muyuz, olmaz mıyız” diye bir soru sormadık. Doğrusu neyse ona karar vermeye çalıştık. Siyaseti kâr-zarar hesabından ibaret göremeyiz. Hesapsız hareket edilmez ama sadece hesapla hareket ederek de devrimci siyaset yapamazsınız. Söyleyeyim, evet ciddi bir tepki çekti TKP’nin tutumu ama TKP’nin izole olma riski yoktu, böyle bir sonuçla da karşılaşmadık. Tersini söylemek için acele etmek istemiyorum ama belirtiler bu yönde.

Toplantılarda ve son Gelenek yazınızda herkesin İmamoğlu’na odaklandığını ve bunun yanıltıcı olduğuna işaret ettiniz. Bunu okurlarımız için biraz açabilir misiniz?

Siyasetin bu kadar kişiselleştiği bir dönemde, insanlar sürekli olarak “tek kişi”ye odaklanıyor, ona bağlanıyor ya da onu nefret objesi haline getiriyor. Ancak dönemin bir kuralı daha var, “sadakat” ya da “odaklanma” da pek yok, o “tek kişi”ler hızla yer değiştiriyor. Bunlar kendi kendine olmuyor elbette, bu düzenin, hadi adını da koyalım sermaye diktatörlüğünün “yükseltme” ve “indirme” mekanizmaları inanılmaz güçlü. Daha kötüsü, toplumda bu mekanizmalar karşısında direnç çok azaldı. Popüler kültürde de böyle; şarkıcı, futbolcu, köşe yazarı… Siyasetçiyi de ekleyebiliyoruz. İmamoğlu’nun bu mekanizmalarca hızla öne çıkarıldığı açık olsa da, mesele bundan ibaret değil. Ekrem İmamoğlu, bir siyasi açılımın “lider” ihtiyacını karşılamak üzere öne çıkarılmadı. Ekrem İmamoğlu bir siyasi açılımın inandırıcılığını artırmak için öne çıkarıldı. Önümüzdeki dönem bu siyasi açılımın birden fazla aktöre ihtiyacı olacak; İmamoğlu yetmez. Ben Kılıçdaroğlu’nun, Babacan’ın, Demirtaş’ın ve başkalarının rol üstlenmemesi durumunda İmamoğlu’nun bütün ihtiyaçları karşılayacağına inanmıyorum. Mesele 2023’te Erdoğan’ın karşısına kimin çıkacağı meselesi değil ki! Dört yıl var. Bu dört yıl, şu anda Erdoğan karşısında ortaya çıkan koalisyonun ve bu koalisyonun yerleştiği açılımın varlığını koruması ve güçlenmesinin yükünü İmamoğlu taşıyamaz.

Açılım diyorsunuz, proje demediniz. Neyi kastediyorsunuz?

Bazı sözcüklere, kavramlara dönemin ruhu siniyor. AKP medyası “İmamoğlu projedir” diyor. Türkiye tarihinin en uğursuz ama en kapsamlı projesi olan bir partinin bu kavramı kullanması başlı başına dert zaten. İkincisi İmamoğlu değildir proje olan, İmamoğlu’nun adaylığı dahil bir süreç işlemektedir. Evet, burada bir plan-proje vardır, bir siyasi akıl vardır. Ancak İmamoğlu’ndan ibaret değildir, merkezinde İmamoğlu yoktur. Eski bir projeden söz ediyoruz, açılım da diyebiliriz. Bir süredir başarı elde etmeye başladı bu proje ya da açılım. Ne derseniz… TKP bunun sınıfsal ve uluslararası temelleri olduğunu söylüyor. Bu sınıfsal ve uluslararası temellerden halkımız adına sadece ve sadece uğursuzluk, kötülük çıkmıştır. Nokta. Söylediğimizin özü budur.

Haziran Direnişi, halk AKP’nin referanslarını ve dilini kabul etmediği için gerçekleşmişti. “Muhalefet” cephesi ise kendisini başarıya götüren yolun AKP’nin dili olduğunu kabul etti ve muazzam bir destekle açtığı yolda ilerlemeye devam ediyor. Siyaset alanındaki bu kabulleniş toplumsal alana da yayılabilir mi? 

Tehlike burada. Söz ettiğiniz Gelenek yazısında değindim, Haziran Direnişi milyonların “biz senin referanslarını ve dilini kabul etmiyoruz, bize bunları dayatamazsınız” haykırışıydı. Toplumsal bir olguydu. Siyaset alanı ise bugün o referansları ve dili tamamen kabullenmiş durumda. “Biz seni kendi referansların ve dilinle yeneceğiz” fasaryadır. O referanslar ve dil galiptir, siyaset alanını belirlemektedir. “Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek” bir halk deyişidir ama pek erdemli bir laf olmaması bir yana siyasette nadir sonuç verir. Birkaç kez bitme noktasına gelen Erdoğan’ı zaten bu referans ve dilden vazgeçmek istemeyen güçler kurtarmıştı. Bu nedenle “muhalefet”e onları dayattılar. Şimdi siyaset alanında sorun çözüldü. Böylece toplumdaki direnç de yumuşayacak beklentisindeler. Uzlaşma, diyalog, hoşgörü; bütün bunlar toplumdaki direnci çözmek için sürekli pompalanıyor. Toplumdaki Erdoğan gerginliği istismar ediliyor. Ancak toplumsal alanda kolay sonuç alamayacaklar. Ekonomik zorluklar bir noktadan sonra uzlaşma, hoşgörü, herkes kardeş, aynı gemideyiz edebiyatını boşa çıkarıyor. “Herkes kardeş” ama yüz binler, milyonlar işsiz. “Herkese hoşgörü” ama birileri yoksul. Nasıl olacak? Ayrıca AKP’nin dili İslamcıdır, dincidir; bunu muhalefet kabul etti etmesine ama toplumda İslamcılığın sorgulandığı açık. Hem siyaset alanını onlara bırakmaya niyetimiz yok. Toplumdaki direnci çoğaltmaya, siyaset alanında var etmeye kararlıyız. Türkiye’de ellerini havaya açıp TÜSİAD patronlarına biat etmeyecek geniş bir toplumsal kesim var. Laiklik bir referanstır, yurtseverlik bir referanstır, sermaye karşıtlığı bir referanstır. Bu referanslar yeniden ayağa kalkacak kimsenin kuşkusu olmasın.