Bu iş bitti mi?

Kemal Okuyan'ın “Bu iş bitti mi?” başlıklı yazısı 18 Haziran 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

İnanamadım, Cumartesi günü “özgüven patlaması” yaşayanların Pazar günü “eyvah bu iş bitti” noktasına gelmesine…
Ne ilgisi var!
Tekrar ediyorum: Diktatör kaybetti, halk kazandı.
Evet hareket çok büyüktü, öfke tavan yapmıştı ama o kadar da uzun boylu değil. Direnecek, türlü yollarla siyasi ömrünü uzatacak, gerilediği an biteceğini bilen bir siyasetçi olarak saldırmaya devam edecekti diktatör.
Kuşkusuz, hükümetin istifası mümkündü…
Nasıl mı?
Halkın daha direngen olmasını beklemek herhalde söz konusu değil. Daha ne istenir ki… 20 günde halkın genetiği değişti, artık herkes farklı bir ülkede yaşıyor, bu bir kenara altı çizilerek yazılmalı.
Hükümetin şu ana kadar istifa etmemesinin başka nedenleri var. Henüz olgunlaşmış bir seçenek yok örneğin… Siyasette mevcudu, biraz da yerine aday olan yıpratır. AKP’yi seçeneksizlik rahatlattı.
AKP’yi kontrol eden güçlerin Erdoğan’ı gözden çıkarmaları durumunda da hükümet istifa edebilirdi. ABD, Cemaat, sermaye… O noktaya gelinmedi.
İyi ki gelinmedi.
Seçeneği halk yaratmalı, siyasi dengeleri halk değiştirmeli.
Bütün bu söylenenler “hükümet istifa” sloganının geçersizleşmesi ya da Erdoğan’ın istifasının bir olasılık olmaktan çıkması anlamına gelmiyor.
Gerçek şudur: 31 Mayıs’tan itibaren kendini bir yığın değil, halk olarak var eden toplumsal kesimlerin tepki ve taleplerini ifade ediş biçimi değişecektir. Sokağın dili artık Türkiye’nin gerçeğidir. Hükümet bu gerçeğe karşı yüzlerce TOMA sipariş edebilir, onbinlerce yeni polis kadrosu açabilir, hatta meydan ve caddelerimize biber gazı püskürten fiskiyeler koyabilir (Her lafa atlayıp ciddiye alan Melih Gökçek’in “bu benim aklıma neden gelmedi, hem polisimizin yükünü hafifletirim” diyerek bu projeyi uygulaması mümkündür. Ankaralı okurlarımızdan şimdiden özür diliyorum). Ama sokağın dilini değiştiremez.
Sokağın dilini öğrenen halk, siyasetin de dilini hızla öğrenecektir.
Bu nedenle “meşru gösterilere katılım azalıyor”dan üzüntü duymak yersizdir. Katılım azalır, gün olur yine şaşırtıcı bir biçimde artar. Ancak bu ölçekte bir hareket zaten sürekli olamaz!
Bunu beklemek insafsızlık olduğu kadar, sokağın dilini bozmak, çürütmek anlamına da gelir.
Bakın bakalım hiç aynı kitleselliğin bu kadar uzun süre korunduğu bir başka örnek var mı?
Diktatörün büsbütün kaybetmemek için geri çekilme manevrası yaptığı an (yani geçtiğimiz Cuma günü, 14 Haziran’da) bu hareket, “başarısı”nı güvenli bir yere koyup, kendini ifade etme biçimini değiştirebilirdi. Gelen “başarı”nın önemsenmemesi hataydı, pazar günü olanlar belki “kayıp” olmadı ama, “başarı”yı gölgeledi.
Canlar sağ olsun…
Ortada açık bir başarı var. Kimse iki gün öncesiyle bir kıyaslama yapmasın, bugünle kıyaslama 30 Mayıs’la yapılabilir ancak.
Ve ayrıca şimdi siyasetin dilini daha büyük bir ustalıkla kullanmak gerekir. Yalanla boğuşacağız çünkü… Paranın, gericiliğin, emperyalizmin, cehaletin beslediği yalanla…