Bu halk isyan eder mi?

Kemal Okuyan'ın "Bu halk isyan eder mi?" başlıklı köşe yazısı 4 Aralık 2012 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Türkiye’de toplumun “isyan” eşiği oldukça yüksek. Söylenmekten, şikayet etmekten söz etmiyorum. Ona isyan değil sızlanma deniyor.

Bu ülkede insanın neden isyan etmesi beklenir?

Öncelikle yoksulluktan… Ancak Türkiye’de insanlar yoksulluğu sürdürülebilir kılıyorlar hâlâ… Bu nasıl oluyor? Aile içi dayanışmayla oluyor, daha fazla çalışarak oluyor, borçlanarak oluyor… Olamadığı noktalarda, yani tahammül edilemez hale geldiğinde, güçlü bir toplumsal tepkiye enerji aktarmadan intihara, cinnete, başka rahatsızlıklara dönüşüyor.

İşsizlik de sürdürülebiliyor… İşsiz kalmak örneğin, Almanya’da, geçmişten gelen bazı kazanımlara karşın, gerçek bir yıkım olarak görülür, hatta dünyanın sonudur. Biz de ise sıradan bir gelişme…

Haksızlığa uğrayanların, haksızlığın nedenlerini sorgulamaktansa, bireysel tepkiler vermeyi tercih ettiği bir ülkeyiz. Çabuk öfkelenip, çabuk unutan, o kriz anında ölümü ve hatta öldürmeyi göze alan, bu anlamda ölmekten korkmayan ama mücadele etmekten korkan bir halk!

İnsan başka nelere isyan eder?

Yok sayılmaya, zorbalığa…

Ancak her durumda iş sistematik bir biçimde kötülüklere karşı mücadele etmeye gelmeden bir çıkış yolu bulunuyor.

Bunu bulamayanlar çoklukla Kürtler…

Giderek daha fazla hissedilen yaşam tarzına dönük müdahaleler de insanların “yeter” demesine yol açacak bir baskı kaynağı. Ancak insanlar, giderek daralsa da, kendilerine “idare edecek” özel bir alan yaratıyorlar. “Devlet okullarında gerici eğitim verilirse, ben de çocuğumu özel okula yollarım” diyen anne-babalar çoğalıyor. Yollayacak maddi imkan yoksa… Başka bir çözüm aranıyor. Ama mücadele etmek pek akla gelmiyor.

İçki içilebilecek mekanlar azalırsa, evde içilir örneğin rakıya yapılan her zamdan sonra bakkalla dertleşilir, sövüllür, saydırılır ama sonrasında bu da sineye çekilir.

Göçebeliğe yatkın bir kültürel mirasın temsilcileri olarak, muhafazakarlıkla adapte olabilme yeteneğini birleştirmiş, fazla riske girmeden çözüm üretmekteyiz.

“Örnek kahramanlar” yaratmak, etkili bir yöntem değil, zaten kahramanları seven, alkışlayan, “helal olsun” demeyi esirgemeyen bir toplumuz. Ancak bu da işe yaramıyor. Çünkü “helal olsun”la, “manyağa bak” yargısı arasındaki sınır fazlasıyla belirsiz!

Peki ne olacak?

Eşik meselesi… Türkiye eşiğe hızla yaklaşıyor. Hem de tek yönden değil. AKP iktidarı, birkaç kez hissettiği “halk tepkisi”ni hemen ciddiye aldı, kendini ayarladı ama bir konuda kendine fazla güveniyor: O eşiği sürekli öteleyebilme yeteneğine…

Doğrudur, ses çıkarmayan bir halkın da freni tutmaz! Nasıl hükümetin freni tutmuyorsa, kendine yakışanı, onurlu olanı yapmıyorsa bir halk, bir türlü toparlanamaz, hep geriler.

Ancak sürekli maliyet hesabı yapan, yapmaya zorlanan bir toplumun mücadele etmenin “daha az maliyetli” olacağına ya da “kazanma şansı”nın bugünkü sürekli kaybetme halinden daha tercih edilir olacağına inanması yakındır.

Bırakalım bugüne, mevcut olana ilişkin “yeter” denmesini AKP sağlasın, zaten sağlayacak. Burada önemli olan, halkın “kazanacakları”nı iyi anlamasıdır. Bu da Türkiye solunun işidir.