Balyoz’un ardından

Henüz bir tanesinden “biz yanlış yaptık, sola, emekçilere, Kürt halkına karşı bu düzen adına suç işledik, biraz da bizim sayemizde ülke geldi bu noktaya” lafını duymadık. Balyoz, Ergenekon filan gibi uyduruk davalarda yargılanan, mahkum olan devlet görevlilerinden söz ediyorum. Onlar, dinci-faşist bir iktidara kurban edildiler ama Türkiye’de ne olduğunu da, olanlarda kendi sorumluluklarını da bir türlü anlamadılar, anlamak istemediler.

Bunu intikamcı duygularla filan yazmıyorum. Söz konusu davalarda hüküm giyen herkesin bir an önce serbest kalması en büyük dileğim. Ergenekon ve benzeri süreçlerde suçlu-suçsuz ayıklaması yapılamayacağını zaten söylemiştik, bu davaların Türkiye’yi hiçbir biçimde daha özgür kılmayacağını da… Tersine Türkiye’yi daha da karartmaktı arzuları bu tezgahı kuranların.

Ama yine de, bütün olanlardan sonra içlerinden bir-iki tanesinin “vatan sağolsun”dan daha fazlasını söylemesini bekliyor insan. Olmuyor, yapamıyorlar.
Öte yandan hâlâ yargılamaları “yetersiz” bulanlar var! BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken “o savaş suçlarını işlemiş olan herkesin yargılanması son derece önemlidir” demiş ve faili meçhullerin, toplu katliamların açığa çıkarılmadığından şikayet etmiş.

Kimden ne bekleniyor ki! AKP iktidarının amacının halka, insanlığa karşı işlenmiş suçları ortaya çıkarmak olduğunu düşünmek, operasyonların başında saflıktı, bugünse suça ortak olmak!

Ne ki, Türkiye’de “ulusal” duyarlılıklar insanları bir yerden sonra rasyonel düşünmekten de uzak tutuyor. Haksız yere ceza yiyen general “yıllarca PKK ile mücadele ettim, bana reva görülene bak”tan, Kürt siyasetçi de “yeterli değil”den başka söz bulamıyor demek…

Oysa, Yargıtay’ın Balyoz kararlarının çok ciddi sonuçları olacak. Türkiye’de devlet, zor kullanımı ve toplumsal onay denklemini çözerken her zaman üç kuruma dayandı: Ordu, yargı ve akademi… 9 Ekim tarihinde, Yargıtay hem ordu hem de yargıda “işlem tamam” demiş oldu. Her iki kurum da artık AKP Türkiyesi’ne aittir. Akademiye değinmiyorum bile…

Yargıyı ve orduyu halleden AKP Türkiyesi’nin ise, 2013 itibariyle çökmeye mahkum olduğu görülmüşür.

Dolayısıyla iktidar partisi temsilcilerinin “yargı sözünü söyledi, herkes karara uysun” türünden açıklamaların bir hükmü yok. Karar uygulanıyor zaten!

Önemli olan, insanların AKP Türkiyesi karşısındaki konumlanışı. Haziran’da, halk AKP Türkiyesi’nden kopmayı göze aldığını gösterdi ve siyaset kurumunun kapısını tekmeledi, alternatif üretin diye. Bu saatten sonra, Türkiye’de siyaset yapan herkes ama herkes için ilk kriter (içeridekiler de dahil) yeni ve yaşanası bir Türkiye için bugünkünün gayrimeşruluğunu ilan edip etmediğidir. Başlangıç sorusu budur.

MHP yanıtını vermiştir. Defalarca… AKP Türkiyesi’nin gereksineceği “uyumlu milliyetçi” partidir MHP. CHP yanıt verememekte, herkes farklı bir şey söylemektedir. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’na bakılırsa, AKP ile mücadele ancak AKP Türkiyesi’nin kabullenilmesi ile başarıya ulaşabilir! Soruya yanıt veremeyen bir diğer parti süreçlere, açılımlara, paketlere sınırsız angajmanla AKP Türkiyesi’ne bağlandıktan sonra derin hayal kırıklığına uğrayan BDP’dir. Bu angajmanlar partiyi öyle bir yere soktu ki, başka türlü bir siyaset için neredeyse zemin kalmadı.

“Bizim için bu düzenin bütün hükümetleri gayrimeşrudur” türünden bir kolaycılığı “devrimci siyaset” sanan bir kısım solcunun durumu da farklı değil. Balyoz kararlarına “umurumda değil”le “oh olsun” arasında gidip gelen duygularla yaklaşıldığına göre, Haziran Direnişi’nin bazılarına hiç ama hiç faydası olmamış.