Azıcık teknoloji düşmanı olmanın faydaları

Nükleer enerji kullanımını bundan böyle "teknik" parametrelerle değerlendirip sonuca bağlamak söz konusu olamaz. Bir binanın, tünelin, hatta barajın güvenilirliği nihayetinde uzmanların karar vereceği bir konu olabilir, siyasetin buradaki asıl görevi doğru uzmanları yetkili kılmak, verili olanak ve birikimin "karar" süreçlerine sağlıklı bir biçimde içselleştirilmesini sağlamaktır. Nükleer enerjiyse bu kapsama sokulamaz.

Ortada ahlaki ve siyasi bir sorun var.

Zamanında birçoğumuza fazlasıyla makul gelen "teknoloji düşmanlığı gericiliktir" düsturu, yaşanan onca deneyden sonra açık bir kara mizaha dönüşmüştür nükleer enerji söz konusu olduğunda. "Nükleer santraller pekala güvenlikli kılınabilir" iddiası da, insanlığın bugün yaşadıklarıyla beraber snobluktan başka bir anlam taşımıyor, taşıyamıyor.

Son günlerin gözdesi "Japonlar bile beceremediyse" vecizesine haklılık payı biçmekle ilgili değil bu yazdıklarım. Dikkatli bir göz aşırı hırslı Japon sermayesinin yalnızca emekçileri haklarını değil, insan yaşamını nasıl hiçe saydığını hemen fark edecektir. Şu anda radyoaktif sızıntının kaynağı durumundaki nükleer santralleri işleten dev elektrik firması Tepco'nun da borsada değer kaybı kaygılarıyla kamuoyunu yanlış bilgilendirdiği, bu nedenle santrale gereken müdahalenin yapılamadığı ortaya çıkmış durumda.

Kapitalizmin süperi de, azgelişmişi de, Osmanlısı da, Avrupalısı da halkın çıkar ve sağlığını gözetmez. Lakin muazzam başarılara imza atan sosyalizmin karnesi de çevre ve nükleer enerji konusunda kırıkla dolu ne yazık ki…

Nükleer enerji "sıfır risk"le mutlak kontrol alınıncaya kadar ilericilik adına savunulabilecek olmaktan çıkmıştır.

Karmaşık bir sorunla karşı karşıyayız. Bir açıdan son derece temiz, enerji tekellerine paçayı kaptırmazsanız ucuz bir enerji kaynağı. Ancak başbakanın insana meydan okurcasına "tüp de patlıyor" diye geçiştirdiği "tehdit" çok ama çok büyük. Nükleer enerjiyi mutlak kontrol altına alamıyorsanız, tehdidi de hiçbir biçimde kontrol altına alamıyorsunuz.

Öte yandan, emperyalist ülkelerin nükleer enerji tekeli oluşturmaya çalışmalarına, bunu ekonomik ve siyasi baskı aracı haline getirmelerine, bazı ülkelerin barışçı amaçlarla nükleer teknoloji geliştirmelerine engel olarak egemenlik haklarına müdahale girişimlerine de karşı durmak gerekiyor.

İnsanların nükleer santrallerden yayılan radyasyondan dehşete kapılıp huzur içinde nükleer silah silolarının üzerinde oturmaya devam etmesi de anlaşılır bir tutum olmasa gerek. Zaten bugün Japon halkı için "derin üzüntü" duyan medya bu adanın ABD emperyalizminin 66 yıl önceki marifetinin sonuçlarından hâlâ kurtulamadığını hatırlatmaya bile tenezzül etmiyor.

Japonlar böylece nükleer enerjinin militarist ve barışçı versiyonlarının her ikisiyle de yüz yüze gelme talihsizliğini yaşamış oldular. Doğanın gücüne şapka çıkarmakla zaman yitirmek yerine sorumluluğu hırsını gemleyemeyen Japon egemenleri ve ABD emperyalizmine yüklemek en doğrusu.

Türkiye'ye gelince…

Radyasyon bulutları Türkiye'ye gelir mi sorusuyla oyalanmak yerine Türkiye'de kurulmak istenen nükleer santrallere karşı mücadeleyi yoğunlaştırmalı… AKP'nin umurunda değil, onlar güvenliği inançlarıyla sağlıyor. CHP ise AKP'yle uyum ve uluslararası tekelleri ürkütmemek adına "biz karşı değiliz" noktasında…

Oysa nükleer santral inşasını engellemenin siyasal, ekonomik ve ideolojik gerekçeleri fazlasıyla olgunlaşmış durumda. Bunun geçiştirilecek ve "ama teknoloji karşısında bağnaz bir tutum almamak gerek"le dengelenecek tarafı kalmadı.