Aydınlar, aydınlar ve aydınlar…

Liberal ve milliyetçi kuşatmanın toplumsal etkisi üzerine çok şey söylendi, yazıldı. Solun kadrolarının, bir biçimde yönetici pozisyonda bulunanlar dahil, aynı ideolojiler karşısında nasıl korunaksız olduğu da sıklıkla vurgulandı.

Peki ya aydınlar?

Soruya doğru yanıt vermek için önce kapsamın nasıl tutulduğunu açıklığa kavuşturmalı. Örgütlü olup olmamalarından bağımsız olarak, burada “aydın”ı siyasi ve ideolojik konumlanışını hem tarihsel hem güncel boyutlarıyla, öncelikli olarak kendi entelektüel üretimine göre belirleyen kişi olarak tanımlayabiliriz. Bu, hatırı sayılır bir özerkliğin her durumda, siyasal örgütlülük söz konusu olduğunda bile geçerli olması anlamına gelir. Gelişkin ve tutarlı ideolojik-siyasal doğrultusu olan hareketlerin bu özerkliği sınırlayacağı, tersi örneklerde özerkliğin gerçekte bağımsızlık anlamına geleceği açık.

Ancak dediğim gibi, konumuz yalnızca örgütlü olanlar değil, genel olarak aydınlar.

Tutarlı ve direngen az sayıda örneği bir kenara koyarsak, Türkiye’de “aydın”ın liberal ve milliyetçi salgında büyük sorumluluğu bulunuyor. Az sayıda örnek için söylenenden başlayalım, tutarsız ve dirençsiz olunduğu için.

Türkiye’de çeşitli nedenlerle -ki bu nedenler arasında sol örgütlerin hata ve boşluklarının da payı var, tanım gereği kendi konumlanışına kıskançlıkla sahip çıkması beklenecek “aydın”lar dengeciliği ve eyyamcılığı benimsemiş, yaratıcı ve derin düşünce ile elde edecekleri saygınlık ve ağırlığa güncel manevralarla ulaşmayı tercih etmişlerdir.

Siyasetçi için dahi çekilmez olan manevra düşkünlüğü, “aydın” için küçük düşürücüdür.

Liberalizm ve milliyetçilik bu türden “aydın”ı hemen teslim alır.

Dahası da var.

Kapitalist dünya aydına yaşam alanı diye bir şey bırakmıyor. Akademinin hâli ortada. Medyada tekelleşmenin boyutları apaçık. Burjuva devleti aydın için ya uşak ya memur kadrosu açıyor. Bunu kabullenmeyenin nefes alacağı yerde sol var.

Ancak Türkiye’de solun kendisi aydını özgürleştirecek bir toplumsallığa sahip değil, tersine dar alanda paslaşmaya devam ediyor.

Ne oluyor, “aydın” bu darlıkta solun ortalamasına oynayarak kendine yer açmaya kalkıyor, doğal olarak liberalizm ve milliyetçilik karşısında süngü düşürüyor.

Ne oluyor, birinin darlığına sığamayacağını düşünüp, birden fazla örgütü idare etmeye, yönlendirmeye çalışıyor ortalamacılığı, liberal ve milliyetçi bulaşığı sağa sola iyice bulaştırıyor.

Ne oluyor, tutarlı, yaratıcı ve gelişkin düşünceyi bir kenara koyduğu için gündelik fantezilerle, ortalamanın kulağına hoş gelecek aforizmalarla maçı idare etmeye kalkıyor.

Solda tutarlı bir hattın güçlenmesi dışında bir çözüm yok. Bu hattın güçlenmesi için ise sayısı az tutarlı ve direngen aydınla sağlam köprüler kurmak ama daha önemlisi özerklik saplantısından uzak duran bir komünist aydın kuşağının ağırlık koyması için koşulları yeniden oluşturmak gerekiyor.

Diğerlerindense uzak durmak…