Arkadaş deli mi?

Kemal Okuyan'ın "Arkadaş deli mi?" başlıklı yazısı 30 Aralık 2012 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Türkiye’nin diplomaside gerçek bir “bela” haline geldiğini kabul etmek gerekiyor.

Diplomasi zaten tuhaf. Sahte, hakiki olmayan bir nezaketin, riyakarlığın kurala dönüştüğü, en düşmanca politikaların dahi süslü söylemlerle yumuşatıldığı, daha fenası gizli kapaklı, halktan saklanan görüşme ve pazarlıklarla şekil verilen bir alan…

Ancak yine de diplomasi şart! Savaşsız tek bir günün dahi geçmediği, emperyalizmin yeryüzünü cehenneme çevirdiği zalim ve adaletsiz bir dünyada, diplomatik temayülleri bütünüyle hor görmenin anlamı yok.

Tamam, bazen diplomasinin ikiyüzlülüğünü teşhir edebilir, halka uluslararası arenada sürmekte olan kapışmanın gerçek nedenlerini anlatabilir, emperyalist barbarlığın örtülü planlarını sergileyebilirsiniz. Bunun en güzel örneklerini görevdeyken Castro verirdi. ABD yönetimi, Fidel’in dış politika ataklarını çoğu kez yanıtlayamaz, paralize olurdu.

Alışılmışın dışına çıkıyor, kuralları ihlal ediyorsanız, birikiminiz olacak!

Türkiye’nin dış politikasında son yıllarda gözlenen ataklık ise yaratıcılık ve zeka ile değil, ilkellikle tanımlanabilir.

Bir de görgüsüzlük!

Erdoğan, Davutoğlu ve Bağış üçlüsü ilkel, görgüsüz ve haddini bilmeyen bir diplomatik tarz geliştirmiştir. On yıllardır insanımızı aşağılayan, hor gören emperyalist kibire karşı yönelseydi söz konusu ilkellik, buna hiçbirimiz itiraz edemezdik, etmezdik.

Ancak Türkiye’nin dış politikasına yerleşen üslup çakallara özgüdür. Ortaya dayılanan, zayıfa saldıran, egemen olana yaltaklanan bu üslup, sahiplerinin kalite sorunu nedeniyle sürekli gaf üretmekte ve bütün dünyada şaşkınlıkla karşılanmaktadır.

Yurt dışında bana en çok yöneltilen sorulardan biri Davutoğlu’nun deli olup olmadığıdır.

Aylar önce ajanslar Esad’ın Chavez’e mektup gönderdiğini yazmış ve bunun etrafında bir dizi spekülasyon yapılmış, Esad’ın Venezuela’ya kaçacağı ileri sürülmüştü. Bizim Dışişleri haberi alınca “acaba mektupta ne yazıyor” diye meraklanmış! Doğal olanı, MİT’e talimat yollanması, Dışişleri diplomatlarına da konuyla ilgili bilgi toplamalarının söylenmesidir.

Peki bizimkiler ne yapmış? Venezuela hükümetine “böyle bir mektup var mı, varsa mektupta ne yazıyordu” diye sormuş!

Dışişleri Bakanlığı’nın yalancısıyım.

Bu ne yüzsüzlük, bu ne densizliktir. Söz gelimi Obama, Abdullah Gül’e bir mektup yollasa ve Ahmedinejad Ankara’yı arayıp “ne yazıyor, söylesenize ne yazıyor” diye sorsa, bu skandal olmaz mı?

Bu ekip skandal filan takmıyor!

Nasıl Türkiye’de kendilerinde her şeyi yapma hakkı görüyorlarsa, uluslararası alanda da aynı biçimde davranıyor, sürekli rezalet çıkarıyorlar. Başkaları adına konuşuyorlar örneğin. Son birkaç ay boyunca Erdoğan ve Davutoğlu defalarca Rusya Devlet Başkanı Putin’in ağzından Moskova’nın Suriye politikasını anlatmaya kalktılar ve buna devam ediyorlar. Arada anında yalanlanıyorlar.

Enteresan bir ruh hali.

Padişahlık özlemi yapışıp kaldı hepsine, yukarıdan aşağıya hızla yayılan hastalıklı bir davranış biçimi egemen oluyor AKP Türkiyesi’ne…
Kişiliksiz, sünepe ve işbirlikçi bir dış politikadan, küstah, ayarsız ve yine işbirlikçi bir dış politikaya evrilmiş durumdayız.

Eskiden yerin dibine geçerdik ülkemiz adına, kaderimiz yine değişmedi. Bu görgüsüzlerin yaptıklarından zerre sorumlu olmasak da, onları başımızda tutuyor olmamızın utancından kurtulamıyoruz ne yazık ki.