Arıza nerede?

Başka ülkelerden komünistler, dostlarımız, yoldaşlarımızın haftada bir “iyi misiniz” diye kısa ve de kaygılı mesaj atmasına artık alışıyoruz.

Memlekette insanlar “nasılsınız” sorusuna “iyiyim” yanıtı verirken tereddüt ediyor, “artık nasıl iyi olunursa” ekini yapmamak vicdansızlık sınıfına sokulmanız için yeterli.

İyi miyiz?

Şöyle oldu, Türkiye 2013 yılında Haziran Direnişi sırasında zirve yapan itibarını, sonraki yıllarda bütünüyle yitirdi ve bugün gelinen noktada gerçekten bir “anomali” olarak görülmeye başlandı.

Yöneten sınıflar böyle görüyor, yoksullar da… Sağcısı böyle görüyor, solcusu da… İçeriden bakınca görülen bu, dışarıdan bakılınca da…

Oysa Erdoğan yola koyulurken, 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “arıza”, bir “anomali” olduğunu ileri sürmüştü. Bu düşünce, Türkiye solcusunu bile heyecanlandırmış, hatta tarafımıza “Cumhuriyeti savunmak size mi düştü” sataşmasında bile bulunulmuştu.

Bilinen öykü…

Biz sistemi değiştirmek için uğraşıyorduk, sömürü üzerine kurulu bu toplumsal düzenin tek alternatifi sosyalizmdi. Karşımızda ise sosyalizmin bir hedef olarak gerçekçi olmadığı, yaşanan pratiklerde ise büyük bir başarısızlık anlamına geldiği iddialarını gerekçe edinerek AKP’nin “yıkıcı” hamlelerini huşu içinde seyredenler yer alıyordu. “AKP sizden daha devrimci” demeyi bile akıl etmişlerdi!

Doğrudur, AKP radikal bir müdahalede bulundu, özgürlükçü ve demokratik bir süreç ilan etmişti ve dediğim gibi soy Milli Görüşçüler dışında da heyecan yaratıyordu.

“Değişim” arzusu.

Sömürünün ortadan kalkması, eşitlikçi bir düzenin kurulması hedefini içermiyorsa, “değişim” arzusu bencillikle beslenir. Kapitalizm herkesin kazandığı bir sistem değildir. Kaybedenin kazananlardan çok olduğu bir toplumsal sistemdir sermaye diktatörlüğü. Yalnızca akçeli konularda değil, “demokrasi” ve “özgürlük” gibi başlıklarda da… Unutuluyor ya hani, demokrasinin sınıfsal bir kavram olduğu, o bakımdan!

Dolayısıyla, AKP “değişim” adı altında Türkiye’ye müdahale etmeye başladığında, bu müdahalelere hayırhah bakanlar “kazanan” tarafta olacaklarını düşünüyordu. Ekonomik açıdan olabilir, siyasal açıdan olabilir…

Evet, bu son tahlilde bencilliktir.

Onca yıldan sonra, kazanmak umuduyla AKP’nin peşine takılanların ciddi bir bölümü hüsrana uğramış, eşitsizlikle malul bir düzende “kazanan” değil “kaybeden” tarafta olduğunu görmüştür.

Öte yandan AKP kendisi için yeterli oranda bir nüfus bölmesini, “kazandığı”na ikna etmeye devam etmektedir. Neyle?

Rant çarkına dahil ederek…

Türkiye’nin ilerici birikiminden intikam hissini tatmin ederek…

İstikrar kozunu kullanıp “hep birlikte kaybeden olmama”yı garanti ederek…

İşte bugünkü Türkiye, AKP ile kazananların ya da kazandığını sananların yanılgılarını yüzlerine ısrarla vuracak ölçüde “anomali” haline gelmiştir.

Kapitalizmin “değiştirme” gücü, yeteneği ve ufku yoktur. Buna rağmen, AKP bu iddiayı ortaya attığında Türkiye burjuvazisi mutlu, liberaliyse sevindirik olmuş, tıkanan sistemi Erdoğan ile arkadaşlarının açacağını sanmıştır.

Şimdi Türkiye’ye ilişkin freni patladı, kontrolden çıktı, dağılıyor gibi ifadeler kullanılıyor. Dahası şaşkınlık, kaygı, hatta korkunun yanı sıra dünyada bayağı alay konusu haline geliyor.

Sözü edilen bizim ülkemizdir; çok ama çok ağır, üzücü bir durumdur bu.

Öte yandan da ders olmalıdır; bundan sonra tarihteki ileriye doğru hamleleri “arıza” diye ilan etmeden önce azıcık düşünür herhalde insanlar ve daha önemlisi, kapitalizmin “değişim”inin büyük fiyaskoya, dahası felakete yol açacağı da anlaşılmış olmalıdır.

Boyun Eğme Dergisinde, 30 Aralık 2016 tarihinde yayınlanmıştır.