Anlamak...

Kemal Okuyan'ın “Anlamak...” başlıklı yazısı 18 Nisan 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Ahmet Türk, süreç ilk başladığında “anlayın” demişti, Zübeyir Aydar ise dün “anlamıyorlar”… Kürt siyasetinin iki önemli isminin sosyalistlerle ilgili değerlendirmeleri haberleştirilirken, başlıklara bu iki sözcük çekilmişti.

Aydar “bugüne kadar ne söylediysek aynı fikirlere sahibiz” de demiş Radikal’den Ezgi Başaran’a…

Anlamak ve anlaşılmak çok önemli. Konu özellikle kardeşlik ve barış olduğunda anlayışlı olmak da…

“Son Kürt isyanı” başladıktan sonra çatışmaların en yoğun yaşandığı, devletin “Kürt yoktur” demekte ısrar edip, kontrgerillaya “atış serbest” dediği kanlı yıllarda bile Kürt siyaseti hiç yalnız kalmadı, farklı niyetlerle de olsa siyasi partiler, örgütler, aydınlar onunla ilişkiye geçti, birlikte davrandı, seçim ittifakları oluşturuldu.

Farklı niyetler söz konusuydu ama tek bir gerçek vardı: Türkiye solu, Kürtlerin yaşadığı haksızlığa, adaletsizliğe başından beri itiraz ediyordu. Bu itiraz nedeniyle insanlar tutuklandı, hüküm giydi, partiler kapatıldı, linç girişimleri yaşandı. Ancak kimse Kürt insanının çilesine duyarlı olduğu için pişman olmadı.

Zaman içinde solun bir bölümü Kürt siyasetine tabi hale geldi. Kürt hareketinin Türkiye’de solun önünü açacağına ilişkin bir düşünceye kapıldılar. Bu düşünceyle birlikte hem kendilerine hem de Kürt ulusal hareketine kötülük yapmaya başladılar. 12 Eylül’den sonra bir türlü toparlanamayan Türkiye solu kişiliksizleşme sürecine girdi. Kürt hareketi de eleştiri bir yana, soldan gelen farklı yaklaşımlara hiç tahammül etmemeye başladı.

Farklılıklar başından beri vardı. Bugün ortaya çıkmadı. Zamanla derinleşti. Siyaset yapma tarzı, halklar arasındaki mesafeyi artıran eylemler… Türkiye solu bu konularda sesini çıkaramaz ya da çıkarmaz hale geldi.

Ancak daha önemlisi, dünyaya ve Türkiye’ye bakışla ilgili sorunlardı.

Kürt hareketinin önceliği dün de bugün de Kürtlerdi. Bir ulusal hareket için son derece doğal. Ancak bu çapta ve bütün bölgeye yayılan bir sorunun “Kürt bakışı” ile çözülmeye kalkılması, başka sorunlara yaklaşımda da “sorun” yaratıyordu.

Türkiye solunda bazı kesimler emperyalizm, emek-sermaye çelişkisi ve zamanla gericilik gibi başlıklarla Kürt sorunu arasında sistematik bir ilişki kurmaya kalktığında türlü engellerle karşılaşıyor, bütün bu başlıklarda hiçbir angajmana girmeden, geniş bir manevra alanı kullanmak isteyen Kürt siyaseti son derece pragmatik bir siyaset yürütmeyi tercih ediyordu.

Gün geldiğinde, antiemperyalist gün geldiğinde, ABD dostu, kimi dönemeçlerde emekten yana kimilerindeyse piyasaya övgüler düzen, bazen seküler duyarlılıkları öne çıkaran bazen İslamcı bir konumlanış söz konusuydu. AKP iktidara geldi, aynı “esnek” siyaset bu parti için de geçerli oldu. Bir gün faşist bir gün büyük fırsat olarak görüldü iktidar partisi.

“Güçler dengesi ortada, Türkiye’nin durumu ortada… Buna mecburuz” denebilir…

Ancak Türkiye solu da, elindeki tek kıymeti korumaya, ilkelerini, emperyalizme-sermayeye-gericiliğe karşı duruşa mecbur. Başka türlü olamaz.

Ortada emperyalizmin, sermayenin, gericiliğin baskın olduğu bir Türkiye ve bölge projesi var. Bu projeye itiraz etmeden sosyalist kalınamaz. “Bu süreç büyük olanaklar yaratacak” sözü, pekala “bu proje büyük belalar açacak” sözüyle karşılanabilir.

Bu belalar içinde, coğrafyamızda farklı ulusların birbirinin boğazına sarılması da var.

Türkiye’de sosyalistler Kürt düşmanlığının toplumsal dokuda yaygın kabul görmemesi için çok ciddi bir çaba gösterdi. Bugün sol parti ve örgütlerde azımsanmayacak sayıda Kürt de mücadele ediyor. Güçlü bir sol yalnızca emperyalizm-piyasa-gericilik belasına karşı değil, milliyetçilik belasına karşı da temel güvence olacaktır.

Ancak sol güçlü olacaksa, bu “barışa güven, gerisine merak etme sen” baskısını göğüsleyenler sayesinde olacaktır.

Anlamaksa, bu da anlaşılmalıdır.