AKP’den kurtulmak istemez misin?

1969 yılında Federal Almanya'da Sosyal-Demokrat Willy Brandt'ın liderliğinde hükümet kurulduğunda, ülkenin gerçek egemenleri devasa hacime ulaşmış şirketlerdi. Tıpkı Hitler döneminde olduğu gibi... Ancak "hangisini tercih edersin" diye formüle edilen bir soruya, 1933-1945 arasında yalnızca Almanya'yı değil, bütün dünyayı karartan Nazi iktidarına özlem duyarak yanıt vermezsiniz herhalde. Verene de faşist der, hatta sapık muamelesi yaparsınız.

Şili'de 15 yıl süren Pinochet diktatörlüğü ile bugünkü Başkan Michelle Bachelet'in liderliğindeki iktidar aynı sınıfın çıkarlarını savunmakta, ülkede sermaye diktatörlüğü hüküm sürmektedir. Pinochet'nin ülkede hâlâ taraftarı bulunmaktadır, ama sol duyusu olan kime sorarsanız, bugün Bachelet döneminde yaşamanın daha tercih edilir olduğunu söyleyecektir. Aptal değildir çünkü.

Örnekleri kısa kesip gelebiliriz Türkiye'ye...

Geliriz ve şu soruya karşılaşırız: AKP'nin değil de CHP-HDP koalisyon hükümetinin kurulduğu bir Türkiye'yi tercih etmez misin?

Kişisel olarak söyleyeyim, manyak olmadığım için, bu soruya vereceğim yanıt bellidir: Bunlar gitsin.

Kişi olarak değil, bu düzeni değiştirmek için mücadele eden bir siyasi hareketin mensubu olarak da, "ha AKP, ha CHP" tutumunun barındırdığı apolitizmin farkındayım elbette.

Geçenlerde Selahattin Demirtaş, "bizi eleştiren, beğenmeyen sosyalistler var ama biz onların da önünü açıyoruz" demiş...

Bu, bazı solcuların "tamam HDP şöyledir, böyledir ama ülkeye yeni bir değişim rüzgârı gelecek, faşizmin-gericiliğin beli kırılacak fena mı" söylemine denk düşüyor.

CHP'yi tercih etmez misin?

HDP güçlense kötü mü olur?

Bu sorular etrafında bir inatlaşmanın anlamı yok.

Ancak konu burada kapanmıyor.

İktidarın sınıf yapısına dokunmayan her "iyileşme" ya da "rahatlama" geçicidir, hatta kısa sürelidir. Dolayısıyla, "şunu tercih etmez misiniz" diye sorulan sorunun arka planında aslında "eşitsizliklerin sürmesine razı ol, ama arada biraz soluk al" teklifi yer almaktadır. Soluk al, nasılsa kafanı yeniden suya bastıracağız!

Onu o haliyle de kabullenip kabullenmeyeceğimiz bir yana, savaşsız-baskısız-krizsiz kapitalizm yok! Sistem değişmeyecekse, kabak halkın başına illa patlayacak.

Peki, kişisel rahatlık ya da mutluluğumuz için değil de, tam da sistemi değiştirme açısından, "soluk almak" iyi olmaz mı?

Yani, ön açılmaz mı?

Her durumda bağımsız duruyorsan, açılabilir.

Lakin "ben şimdi bunu desteklerim, sonra kendi işimi yaparım", ilkel ve her daim yanlışlanan bir siyaset tarzıdır; devrimciler için öldürücüdür.

Sistemi reforme etmeye dönük bir çizginin parçası ya da destekçisi olunduğu andan itibaren, "soluk alma" soluk vermeye dönüşür, ne kadar sınırlı olursa olsun, böyle bir hareketin ne toplumsallığı ne de kadroları en kritik anda verilen "mola"yı telafi edecek enerji bulur.

Siyaset boşluk tanımaz.

Dolayısıyla, AKP'nin gidişi, şu ya da bu partinin güçlenmesi iyi olabilir, tek koşulla: Sosyalizm hedefi kendini geriye çekmeden, ayrı bir siyasal-örgütsel dinamik olarak kendini güçlendiriyorsa...