AKP'ci oluverdim bir günde...

soL'u okur yorumlarına açmaya karar verdiğimizde tereddüt ediyorduk. Neden kaygı duyduğumuz belliydi, "yorum"lar nadiren geliştiriyor, çokça kirletiyordu. Okurlarımızın bir bölümü de "sakın" diye tepki verdi, hatta iki okurumuz "bundan sonra okumam" bile dedi, biz her şeyi göze alıp yorum yapılmasına olanak sağladığımızda…

Sonuç ne oldu? Bunun değerlendirmesini yapıyor, kendi aramızda tartışıyoruz. Bu şekilde devam edip etmemek konusunda karar aşamasındayız. Değerlendirmelerimizi kısa süre içinde elbette sizlerle paylaşacağız.

Gelelim, işin bu yazıyla ilgili kısmına… Bana ayrılan bu köşede, ilk kez okur yorumlarından hareketle yazacağım.

Yorumların genel olarak okurun o yazıyla ilişkisine dair sağlıklı bir veri sunduğuna inanmıyorum. Okurlarımızın çok ama çok küçük bir kısmı haber ya da yazıları yorumluyor. Yine önemli bir bölümü yorumları okumaya istek duymuyor.

Buna karşın, olanaklarım ölçüsünde yorumları okumaya, anlamaya çalışıyorum. Ancak bunu her zaman beceremiyorum zamanın elvermediği, dönüp dolaşıp aynı yazı etrafında dolanmaya bir istek duymadığınız günler oluyor.

İyi taraflarından biri, düşündüklerimizi sağlıklı bir biçimde ifade edip etmediğimizi sınamak için işe yarar veriler de sunuyor okur yorumları. Kasıtlı çarpıtma girişimleri bir yana, bazı okurların yanlış anlamasına yol açan "sunum hata"larını bu yanlış anlamaları gördükten sonra fark ediyorsunuz. Geliştirici olduğu açık…

soL'da yayınlanan son yazımla ilgili bazı yorumlar ise ne kasıtlı çarpıtma kapsamına sokulabiliyor ne de benim kendimi ifade edemememden kaynaklanıyor. Bana göre, geride bıraktığımız yılları haklı olarak AKP'nin bu ülkedeki tahribatına odaklanarak geçiren, solculuğunu bu tahribata direnç üreterek ya da en azından bu tahribata işaret ederek anlamlandıranları çok zor bir dönem bekliyor. Kendimi, bağlı bulunduğum siyasi hareketi dışarıda bırakmadan söylüyorum:

Ezbere konuşarak, siyasi gelişmeleri olduğunun çok ötesinde basitleştirerek ve en önemlisi taraflaşma gereksinimini yanlış bir zeminde karşılamaya kalkarak ancak AKP'nin, AKP'nin ötesinde uluslararası sermayenin, gericiliğin ekmeğine yağ süreriz.

Son yazıma dönük yorumları belli bir sayıya ulaştığında fark ettiğimde gerçekten paniğe kapıldığımı söylemeliyim. Yazıyı şimdiye kadar okuyanların 300-350'de biri yorum yapmış olabilir, bunların da ancak yarısı benim hiç beklemediğim bir yaklaşım sergilemiş olabilir. Bu kısmı çok önemli değil. Önemli olan, diyelim ki, on okurun polemik amacıyla değil, çarpıtma amacıyla hiç değil, bir hayal kırıklığını ifade etmesi.

Benim de artık AKP'cilik yaptığımı söyleyen var, "bunu sizden hiç beklemezdim" diyen de… Bazen açık yakalamak istersiniz, böyle bir şey de hissedilmiyor. Ne bileyim liberal cenah, isteyerek yanlış anlardı, "gördünüz mü bunlar darbeci", "işte askerlere sahip çıktı", "12 Eylül'ü de akladı" gibi tepkiler verirdi, bu örnekte böyle bir cinlik hiç yok. İtiraf ediyorum, liberallerin bu balıklama atlama alışkanlığı benim de dahil olduğum bazı arkadaşları "çanak" ifadeler kullanmaya bile itiyordu zaman zaman, öyle ki bütün bunları "Provokasyon Yazıları" başlığıyla kitaplaştırmayı bile düşünür hale geldim.

Oysa sözünü ettiğim son yazıyı hiçbir biçimde "provokasyon" yaratmak için hazırlamamıştım.

Ama bazı dostlarımız, başlıktan başlayarak yazıyı başka türlü okumaya kalktılar. O halde, bir metin analizine gereksinim var. Bakalım, yanlışlık nerede?
İşte geçen yazım ve yorumlardan hareketle yazdıklarım...

AKP mi CHP mi daha solda?
(Başlığa çıkarılan soru bize ait değil. Böyle sorular sormayız, böyle soruların geliştirici olmadığını düşünürüz. Şimdiye kadar bu soru, liberaller tarafından, AKP'yi pazarlamak için gündeme getiriliyordu. CHP'yi sola pazarlamak isteyenler için ise zaten bu soru gereksizdi, CHP solcuydu! Benim bu soruyu başlık yapmam ise, AKP'nin son dış politika hamlelerine CHP'nin verdiği tepkilerin burjuva partilerini kategorize etmenin ne kadar anlamsız olduğunu bir kez daha nasıl ortaya çıkardığını göstermekti. CHP'yi tartışılmaz bir biçimde solla ilintilendiren tek şey, onun toplumsal algıda "sol"da durmasıdır. Bunun dışında CHP'nin her başlıkta burjuva siyasetinde "solu" otomatikman temsil ettiğini söylemek saçma bir şey. Özetle, AKP'nin mi CHP'nin mi daha solda olduğunu belirlemek gibi bir işim olduğunu düşünmüyorum. Bu başlığın "AKP, CHP'den daha solda" diye okunmasının sorumluluğunu üzerime almıyorum. Sorun, CHP'yi "solcu" görmekten kaynaklanmaktadır.)

Bu ülkede solun, kendi ilkeleriyle, bağımsız program ve örgütlenmesiyle hızla güçlenmesi gerektiğini sürekli vurguluyoruz. Biliyorum, bazen bıktırıyor. "Güçlenin sizi tutan mı var"dan, "bu ülke sizin güçlenmenizi mi bekleyecek"e varan tepkiler alıyoruz. Ve çoğunlukla dostça…

Sadece kendi içinden bakan bir siyasi hareket henüz toplumsallaşmanın çok uzağındadır. Bu aşamada yalnızca kendine ait referanslar önemlidir ilkeler, hedefler, değerler. Oysa "e yapın bakalım"lı, "o kadar zamanımız yok"lu değerlendirmeler bu darlığın aşılma sancısıdır, hatta aşılma belirtisidir ve birçok açıdan yararlıdır. (Kimse yazının bu kısmıyla ilgilenmemiş ama meselenin püf noktası tam da bu: Sosyalist hareket, belli bir güç eşiğini zorladığı andan itibaren ona dönük rezervlerin tamamı değilse bile önemli bir bölümünün boşa çıkacağını ileri sürmüş oluyorum. Dolayısıyla "hele bir güçlenin" itirazının, itiraz sahibi açısından gurur duyulamayacak bazı nitelikler yansıtması, bu itirazın aynı zamanda sosyalizm mücadelesi açısından bir yol haritasının oluşmasına anlamlı ipuçları verdiği gerçeğini değiştirmiyor.)

Dolayısıyla, bir noktadan sonra, gelişmelere ilişkin tutumunuzu "Marksizmin gereği"yle açıklamakla yetinemez, o tutumu güncel siyasal karşıtlıklar ve toplumsal dinamikler içine yerleştirme ihtiyacı hissedersiniz.

En iyisi, herhangi bir tutum ya da konumlanışı rasyonalize ederken ilkelerle aktüel bağlamın birbirini beslemesi, tutarsızlıkla malul olmamasıdır.
Sol, güç ve zamana işaret eden çevresel ya da toplumsal baskıyı önemsemeden, bu baskıyı bir enerjiye dönüştürmeden kendi ilkelerini koruyamaz, tarihsel misyonunu yerine getiremez. Bu baskının ilkeselliği deforme eden, bir süre sonra önemsizleştiren bir erozyona yol açıp açmayacağı, sizin o ilkelerle kurduğunuz ilişkinin sağlığına bağlıdır, bir yerden sonra insanları çok da fazla ilgilendirmez.

Bu dediklerimizi, biri hükümet diğeri muhalefet iki düzen partisine ilişkin fazlasıyla güncel tartışmaların prizmasından geçirebiliriz.

Adalet ve Kalkınma Partisi'ne ilişkin solun konumlanışı hem bu partinin 7-8 yıllık iktidar pratiğini, hem de genel olarak burjuva partilerine ilişkin teorik doğrular ve bu doğruların İslamcı köklere sahip bir gelenekteki özgün biçimlenişini veri almak durumundaydı. (AKP'ye karşı tavrımızın üç düzlemde gerekçelendirilmesi gerektiği, AKP'ye karşı tavrımızın bir fetişe dönüşmemesi için gerekli. Belki ilk sıraya burjuva partilerine ilişkin yasal nitelik kazanmış doğruları yazmak gerekirdi. Komünistler, bütün burjuva partilere, hele hele hükümet olanlara karşı açık taraftırlar, emperyalizmi de kapsayarak sermaye egemenliğinin, bu partilere misyon yükleme, onlara şekil verme, onları denetleme ve onları konumlandırma mekanizmalarını önemserler. AKP'nin bir siyasi parti olarak ama özellikle 2002 seçimlerinden sonraki pratiği ise bizim bütün burjuva partilerine için genel yaklaşımlarımızla tutarlı ama ondan ibaret olmayan bir karakter taşımaktadır. AKP'nin bölgesel rolleri, Türkiye'nin dönüştürülmesine ilişkin tarihsel iddiası bizim haklı olarak AKP'ye odaklı bir siyasal çalışma yapmamıza neden olmuş, AKP diğer burjuva aktörlere göre daha tehlikeli bir unsur olarak değerlendirilmiştir. Buraya kadar tamam. Ancak AKP'nin İslamcı kökleri de fazla hafife alınmamalıdır. Bu kökler AKP'yi sermaye ve emperyalizm açısından önemli ve çekici hale getirmiş, üstelik ona ciddi bir toplumsal destek kazandırmıştır. Ancak aynı zamanda "gerçek" temellere sahip olduğundan bu köklerle AKP'ye biçilen misyonlar arasında zaman zaman sürtünme olmaması düşünülemez. Bir başka deyişle AKP'nin üzerinde hareket ettiği ideolojik zeminin her an ve koşulda ABD, AB ve Türkiye burjuvazisinin planlarıyla mutlak uyum içinde olduğunu ileri sürmek çok ama çok büyük bir yanlıştır. Bir sürtünme vardır ve zaman zaman kontrolden çıkabilir. Hamas-ABD ilişkisi, Taliban-ABD ilişkisinde de böyle olmuştur.)

Solun, gerçek solun, bu partiye karşı açıktan ve süreklileşmiş bir tavır alması bir "başarı" ya da marifet gibi görülemez. İşin doğası budur ve bu partiye dönük iyimserlik ya da açık-örtülü destekçilik sol adına ancak "skandal" üretebilir. (Burada ne demiş oluyoruz? Sol AKP'ye karşı sürekli bir tavır almadan yapamaz, başka türlüsü mümkün değildir, AKP'ye dönük herhangi bir iyimserlik, buradaki ifadeyle "skandal"dır. Denen budur. Yazıdan AKP'cilik üretenlerin bu satırları nasıl okuduğunu bir türlü anlayamadığımdan, hiç okumadıkları sonucuna vardım. Eğer bu iki cümleden "AKP'ye karşı sürekli bir tavır alınmamalı, zaman zaman AKP'nin yaptığı iyi şeylerin de hakkı verilmeli" sonucu çıkabiliyorsa ve bu sonuçtan ben sorumluysam ve de buna ikna olursam, bundan sonra yazmam gayrı!)

Ancak AKP'nin iktidar pratiği son haftalarda olduğu gibi bize çok da tutarlı veriler sunmuyorsa ne olacak? (Bir burjuva partisi açısından, hele hele Türkiye'de "tutarlı veri" nedir? Konumuz açısından, ABD ile, emperyalistlerle uyumlu bir davranış. Hükümetin İsrail ve İran konusunda, nedenleri bir yana, emperyalizmle büsbütün uyumlu bir doğrultuda gittiğini kim ileri sürebilir?)

İşte İsrail, işte İran başlıkları! Bunları yalnızca güncel bağlamda ele alırsanız, hükümetin İsrail'e karşı söylemine de, BM'de İran'a dönük yaptırımlara karşı durmasına da "sol" itiraz edemez. Somut adım bekleyebilirsiniz, İsrail'le ilişkilerde radikal bir kopuş talep edebilirsiniz, hükümetin riyakarlığından, küçük hesaplarından, bu işin son tahlilde İsrail'in işine gelebileceğinden dem vurabilirsiniz ama bir yerden sonra, Erdoğan'ın siyonist katillere şimdiye kadar hiçbir burjuva politikacısının cesaret etmediği bir dilden konuşmasını sorgulayamazsınız. (Daha açık olmaya çalışacağım. Türkiye solcusu, AKP'den İsrail'le ilgili "gerçek" karşılığı olan adımlar talep edebilir. Örneğin TKP, gemiye saldırı olduktan hemen sonra bunu yaptı. Talep konusu olan hiçbir başlıkta AKP bir adım bile atmadı. Özetle, AKP'nin İsrail konusunda samimi olmadığı, gözüktüğü kadar cesur davranmadığı, saman altından su yürüttüğü, şov yaptığı söylenebilir, bütün bunlar kanıtlanabilir de. Ancak, sol "sen sahtekarsın, bu nedenle İsrail'e karşı sesini yükseltme" diyemez. İsrail'in cinayet işlediğini tekrarlayıp duran Erdoğan'a "yalan söylüyorsun" da diyemez "kendine bak" der, "gereğini yap" der, "suç ortağısın" der. İran konusunda BMGK oylamasına ilişkin "neden hayır oyu verdin" diye soramaz, "ABD'nin İran'a dönük politikasında iyi polisi oynamaktan vazgeç" diyebilir. Ancak son tahlilde, iş "karar noktası"na ilişkin bir aşamaya geldiğinde, Türkiye'de insanların önüne çıkıp "oylamada doğru tavır 'hayır' vermekti" diyemeyen sol, sol olmaktan çıkar.)

İran konusunda da, AKP hükümeti, Güvenlik Konseyi'ndeki oylamadaki "hayır"la doğrusunu yapmıştır, iyi yapmıştır. (Yanlış yaptığı nasıl söylenebilir?)

Tamamen daraltılmış bir zaman dilimi veri alınırsa, Erdoğan ve arkadaşlarının Filistin halkı için, İran'a dönük kuşatmanın hafifletilmesi için şimdiye kadar solun yaptıklarından çok daha fazlasını ya da etkilisini yapabildiği de söylenebilir. (Daraltılmış bir zaman diliminden söz ediyorum özellikle. Ve bir gerçekten… Yetemedik anlamında bir özeleştiri de var burada. Ama asıl önemlisi, Gazze'deki insanlar için, Filistinliler için gerçek bu! AKP'nin ikiyüzlülüğünü ısrarla anlatacağız ama oraya birçok örnekte gürültüsüz patırtısız ulaşan yardımların yarattığı sevinci, uluslararası planda İsrail'e diklenmenin Arap dünyasındaki etkisini önemseyeceğiz. Erdoğan'ın Davos'tan itibaren Arap coğrafyasına dönük bir kampanyaya başladığını, ABD'nin de bu kampanyaya onay ve hatta akıl verdiğini uzun süredir yazıyoruz. Ancak sadece bunu söylerseniz, yalnız Filistinlileri değil, Türkiye'deki yoksulları da kaybedersiniz. Beni ilgilendirmiyor ama kendilerini CHP ile özdeşleştirenler, Kılıçdaroğlu'na ikide bir kutsal kitaplara başvurmak yerine, Filistin direnişine şimdiye kadarkinden daha farklı yaklaşmanın güçlü inanç sahipleri nezdinde daha inandırıcı olacağını fısıldasalar daha iyi olur. Hamas çok mu İslamcı bulunuyor, doğrudur. O zaman o coğrafyanın sayısı az laisist örgütlerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'ne dönük Türkiye'nin de ortak olduğu ABD-İsrail terörünü lanetlesin.)

Buna karşı solun yalnızca kendi ilkelerine ya da AKP'ye ilişkin "genel" doğrulara yaslanması havlu atmaktan başka bir anlam taşımaz. "Şimdiye kadar yiğidi öldürdük, artık biraz da hakkını verelim" türünden bir duygusallığaysa siyaset dünyasında yer yok. Kaldı ki, AKP için, bu ülkeyi karartma konusunda 12 Eylül faşizmi kadar etkili olan bu hükümet için, en küçük bir duygusallık olmaz! (AKP'nin dış politika ataklarına, "biz biliyoruz ey halk bütün bunlara numara, AKP şöyle bir partidir" demek yetmez. Bunu diyeceğiz ama "yalnızca" sözcüğünden hareketle, bununla yetinmeyeceğiz. AKP şu şu başlıklarda kötüdür ama son dönemde dış politikada iyi şeyler yapıyor değerlendirmesi de bize göre değil. Böyle yazmışım. Ve eklemişim: AKP Türkiye'ye 12 Eylül kadar büyük bir zarar vermiştir, bu partiye tavır alırken hiç acımayalım anlamında. Yazdıklarımı Yiğit Bulut'un izinden gitme olarak değerlendirmiş bir okurumuz, sağolsun. Yiğit Bulut böyle düşünüyorsa, ondan hem özür dilemek hem de acilen görüşmek gerek.)

O halde, sol İsrail konusunda da, İran konusunda da, AKP'yi açığa çıkarmanın yolunu, "yanlışlık AKP'dedir" ezberinin, "bu parti piyasacıdır" gerçeğinin, "kendi yoksullarına terör estiriyor, dışarıda mazlum babası" argümanının, "önce Kürt sorununu çözsün" dayatmasının ötesinde, doğrudan bu iki konuda "güncel" politika üreterek de bulmalıdır. (Evet, sol AKP'ye ilişkin gerici, piyasacı, işbirlikçi, hesapçı, BOP'çu, Yeni Osmanlıcı suçlamalarını sürdürmeli ama bunun ötesine geçmeli. Nasıl? İsrail ve İran konusunda güncel politika üreterek, AKP'yi bu politikalarla deşifre ederek.)

Bunu bazen iyi yapıyor, bazen tıkanıyoruz. Ancak mutlaka devam etmeliyiz. (Tıkandığımız açık değil mi? Ama bu tıkanıklığı aşabiliriz de...)

Çünkü solun sesi çıkmadığında, hükümet ile muhalefet baş başa kaldığında toplumsal çürüme ve yıkım derhal kendini gösteriyor. Türkiye'nin emekçilerini çürütücü, yıkıcı müdahalelerden koruyamayan solun bir şansı olmaz. (Evet, bugün Türkiye AKP ile CHP'nin baş başa kaldığı, toplumun bu iki partiye bakarak konum aldığı bir durumda çürüme devam eder. Neden? Konumuz İsrail ve İran'dı. Toplumsal bir noktadan bakıldığında, altını çiziyorum, bütünlüklü siyaset açısından, analizler açısından değil, kopuk kopuk ve "an"la ilgili kararlar üzerinden değerlendirildiğinde insanların İsrail ve İran konularında AKP'yi değil CHP'yi tercih etmeleri iyi bir şey değildir, burada bir çürüme vardır. CHP bu iki başlıkta da tiksinti verici bir konumlanış içindedir, bunu tartışmam bile. Ama daha çürütücü olan, bu AKP'nin, bu siyasi tabloda "haklı" durmasıdır. Ben buna isyan ediyorum. Bu durumu "haksız"a prim vererek düzeltemezsiniz, kendi haklı konumunuzu güçlendirmenin yolunu ararsınız.)

Somut mu konuşayım. Peki…

Gazze'ye insani yardım gemilerine İsrail'in kanlı müdahalesinin ardından Erdoğan'ın Netanyahu hükümetine "öldürmeyin" mesajı kendisine Tevrat'ı tanık gösteriyordu. Araya CHP'nin yeni genel başkanı girdi, AKP'lilere "size ne oluyor, bizim muhatabımız İsrail" dedirtmeyi göze alarak "Tevrat'ta çalmayacaksın emrinin olduğu"nu hatırlattı. Bekledim, CHP'den bir tepki gelecek mi diye… Pek memnun gözüküyorlardı, artık Erdoğan'ın lafını ağzına tıkabilen bir liderleri vardı. Geldiğinden beri dini referanslarla konuşmaya özen gösterip, her fırsatta "kutsal kitap"tan söz eden bir lideri özledilerse, AKP'ye neden bu kadar düşman kesilmiş, neden Anayasa'nın laiklik ilkesinin delinmesinden dehşete düşmüşlerdi? Bana "halkın dili" denmesin, "inananlarla barışma" filan hiç denmesin! Siyasete Tevrat'ın dilini, kutsal kitapların dilini taşımak suçtur. Tarihsel açıdan suçtur, bugünkü burjuva düzenlemelerle bile suçtur. Sol etkisiz kalınca, bunlar böyle karşılıklı, rahat rahat suç işlerler. (Kılıçdaroğlu'nun din silahını Erdoğan'ın elinden almaya başladığını söyleyen de var, halka seslenmeyi öğrendiğini müjdeleyen de… Komünistlere ya da birer solcu olarak kendilerine en zalim eleştirileri yapanlar, kılı kırk yaranlar, konu CHP olunca her şeye açıklama getiriyorlar. CHP, AKP'nin siyasal alanı dinselleştirme operasyonunu kabullendiğini ilan etmektedir. Gerisi laf! CHP'nin kabullenişi beklenir ama biz kabullenmeyiz. Erdoğan'ı İsrail karşısında efelenirken samiyetsiz bulmak için hepimizin yeterli nedeni var. Şimdi buna ekliyorum, dini referanslarla konuşan Kılıçdaroğlu en az Erdoğan kadar samimiyetsizdir, üstüne kişiliksizdir. Hırsızlığı kutsal kitaplardan hareketle açıklarsanız, yarın hırsızlıkla mücadeleyi kutsal kitapların buyurduğu araçlarla yapmak isteyenlere gıkınızı çıkaramazsınız.)

Somut konuşmaya devam edelim. AKP hükümetinin son haftalardaki dış politika pratiğine dönük "batıdan kopuyoruz", "uluslararası topluma sırt çeviriyoruz", "Ortadoğu ülkesi oluyoruz", "tecrit ediliyoruz" tepkilerin neredeyse tamamı burjuva siyasetinin "sol"undan besleniyor. (Bunu ben mi uyduruyorum?)

Liberallerin AKP CHP'den daha solcu önermesine biz CHP aşkımızdan değil, iktidardaki gerici parti allanıp pullanmasın ve de solculuk ayağa düşmesin diye şiddetle itiraz etmiştik. Ancak Türkiye'nin bütün dinamiklerini tetikleyen gelişmeler olurken, AKP karşıtlığımız gözlerimizi, öteki burjuva partinin eliyle bu karşıtlığın toplumsal bacağına "beyaz Türk" Amerikancılığının empoze edilmesine seyirci kalacak kadar kamaştırmadı. (Sanıyorum "kopma noktası" bu paragraf oldu. Oysa bu cümlelerden "AKP artık CHP'den daha solcu" önermesi mümkün değil çıkmaz. Burada anlatılan şudur: CHP, AKP karşıtlığından Amerikancılığı güçlendirmek için yararlanmaya çalışıyor, buna izin vermeyiz. Bu kadar! Ve yeri geldiği için söylemek zorundayım: Türkiye'de Ergenekon operasyonlarının devlet içindeki bazı Avrasyacı güçleri tasfiye ettiği, hatta operasyonun temel amaçlarından birinin bu olduğunu sürekli vurguladık. Ancak… Burjuva siyasetinin toplumsal yansımaları söz konusu olduğunda, AKP'nin Amerikancı, diğer aktörlerin anti-Amerikancı bir kitleye yerleştiğini ileri sürmek gerçekleri açık bir biçimde tahrif etmektir. Komünistleri, devrimcileri bir kenara bırakacak olursak, Toplumda AKP karşıtlarının önemli bölümü hükümetin Türkiye'yi batıdan kopartmakta olduğundan kaygı duymaktadır. Cumhuriyet mitinglerindeki kitle için de bu geçerlidir ve zaman zaman yükselen sloganlar aldatıcıdır. Bu kitle, ABD'yi AKP'yi desteklediği için telin etmektedir. Saflaşma, taraflaşma yanlış bir eksende kurulursa, gerçekleri de o yanlışlara kurban etmeye başlarsınız.)

"Önce AKP'den kurtulalım", bundan on beş gün önceki masumiyetini derhal yitiriverdi, farkında değil misiniz? ("Önce AKP'den kurtulalım" hiçbir zaman bizim felsefemiz olmadı. Bu, 15 gün kadar önce Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığı ile birlikte solun çevresinde dillendirilen ve bizim anlayışla karşıladığımız, geçersiz bir stratejiydi. 15 gün önceki kadar masum değil. Evet, değil! Çünkü bir, Kılıçdaroğlu CHP'si daha da sağcılaşıyor iki, CHP'ye soldan bakanlar ya da CHP'nin solcuları, her ne ise, buna itiraz edeceklerine bunu anlamlandırmaya çalışıyor! Masumiyet burada bitiyor işte…)

Burası Türkiye… Yalnız ülke denir, güzel ülke denir, garip bulunur…

Ama her durumda "zor"dur.

Zorluk derecesi aynı zamanda güzelliğin ölçüsüdür.

Başarırsanız… (Yazımı yorumlayan ve içtenlikleri konusunda hiç kuşkuya düşmediğim tüm dostlara ve bu fırsatla tüm soL okurlarına sevgiler... Başarırız, başarırız...)