AKP ahlakında liderlik kültü ve de liderlik kültürü

Kendi çapınızda lider olmak istiyorsunuz. Hakkınız var. Siyaset tatmin etmiyor, bu ülkede illa lider olacaksın.

Ama kuralları var.

Önce çevrenizde sizi şişirecek, 7/24 öve öve bitiremeyecek birilerini bulacaksınız. Bu işi o kadar iyi yapacaklar ki, bir noktadan sonra siz de inanacaksınız kendinize, kendinize değil de, suretinize. Lider olmanın ilk kuralı size lider muamelesi çekecek en az iki kişiye sahip olmanız. Bunların niteliği, cezai ehliyetinin olup olmadığınının bir önemi yoktur, memleket uzun süredir meczuplarla idare edilmeye alışmıştır.

Goygoycular kısmını hallettikten sonra sıra geliyor özlü söz söyleme sanatına… Bu işin piri, Süleyman Demirel’di, “dün dündür bugün bugün”, “yollar yürümekle aşınmaz”, “benzin vardı da biz mi içtik” türünden laflar ederek siyasal ağırlık kazanmıştı. Ama ilk kuralı hiç unutmamıştı, “ne bu abi yaaa”ları bastıran “baba taşı yine gediğine oturttu”cu bir tayfa vardı. O yılların Tercüman gazetesine bakarak dersinizi çalışabilirsiniz. Buna rağmen kendinizi yetersiz hissediyorsanız, Peter Sellers’ın Being There-Merhaba Dünya filmini birkaç kez izlemeniz sorunu çözebilir.  

Üçüncü kural, uygun mayın eşekleri bulmaktır. Siyasette risk almaktansa en iyisi kendi kafandakilerin tutup tutmayacağını öğrenebileceğin, koçbaşı rolünü oynayacak cevalleri yanından eksiltmememektir. Kapıyı delip geçerlerse, hemen öne fırlarsın; yok sağlam duvara toslarlarsa, “ne yapıyor bunlar” diye diklenebileceğin kadar saftirik ve sadık olmalı seçtiğin öncü kuvvetler.  Sen boş ama hoş laflar ederken, bu zavallılar kafandaki tilkilerle cengaverlik yapabilmeli.

Türkiye siyasetinin liderlik kurumuna kazandırdığı bir başka özellik ise kolay yalan söyleyebilmektir. Geride bıraktığımız 12 yıl, şaşırtıcı kazanımlarla doludur bu açıdan. Eskiden yalanı ortaya çıkan, azıcık da olsa utanır, sıkılırdı. Şimdi yalanın küçüğü utanma nedeni, “ben neden büyük yalanlar söyleyemiyorum” diye kıskançlık nöbetine tutulmakta lidercikler. Demek ki, daha büyük ve hiç inandırıcılığı olmayan yalanlar söyleyeceksiniz bu ülkede. Ama bunu yaparken üçüncü kuralı unutmayacaksınız: Padişah bozuntusu diktatörümüz gibi yalancılıkta siyah kuşağa, hatta yetmez, üçüncü, dördüncü dana ulaşıncaya kadar, yalanınızı taşıyacak gönüllülere sahip olmalısınız. Siz alışıncaya kadar kızarıp bozarırsınız ama en iyisi başkalarının sizin yalanınızı dile getirmesidir.

Buraya kadar geldiyseniz, lider olmak konusunda epey yol almışsınız demektir. Ama yetmez…

Lider, Türkiye’de her pişirdiğini yediren, her türküsünü dinleten, her tükürdüğünü yalatandır. Evet, bu noktaya ulaştıysanız, her hafta başı birbiriyle taban tabana zıt görüşleri dile getirip sonuca bir bakın. Kimse “kardeş bu ne iş” diye sormuyorsa, lider olabilirsiniz. Yalnız bir husus son derece önemli, aynı tutarsızlığı üçüncü maddedeki mayın eşeklerine de icra ettirip sonuca bir bakın. Ahali onlara “sen ne yaptın hacı, dün öyle, bugün böyle” diye arıza çıkarıyorsa, siz bayağı lider olmuşsunuz, ne ederseniz onu yedirirsiniz. Yok, müritlerinizin kimseye bir şey soramayacak kadar hoşafı çıktıysa, kendinizi kandırmayın, lider filan değilsiniz, hoşafları yönetirsiniz anca…

Geliyoruz sona…

Türkiye büyük bir ülkedir, tek olmak Tayyip’e mahsus, onun dışında kendinize liderlerden, şeflerden, başkanlardan bir çevre oluşturmalı ve herkesin çıkarı olduğundan, kimse birbirinin karizmasını çizmemelidir. Bu toplam birbirini kollayacak, allayacak, pullayacak, kamuoyuna sunacak, dolayısıyla toplu hareket edecek. Kolektivizm ama bizim anladığımızın bayağı farklı bir türü. Herkes birbirini şişirirse, egolar birbirine değinceye kadar, maç idare edilir. Bir ara edebiyat dünyasında çok şikayet konusu olmuştu, o ona o ona, dar bir grup, kendi içinde mavi kurdela dağıtmakta ve yer tutmaktaydı. Siyasette de o hesap…

Aman birbirinizi bırakmayın, tutunun, hatta yukarıdaki maddelerde birbirinize yardım edin. Goygoysa goygoy, eşeklikse eşeklik, yalansa yalan. Hepiniz biriniz, biriniz hepiniz için!