Ahlaksızlık

Paris’teki saldırılar Ankara’dakinden daha çok ses getirdi. Ankara’daki de Beyrut’takinden, Beyrut’taki Bağdat’takinden, Bağdat’taki İslamabad’dakinden, İslamabad’daki Abuja’dakinden daha fazla konuşulmuş, daha fazla önemsenmişti.

Mehmet Barlas denen tuhaflık “alışın bombalara, burası Ortadoğu” diyerek içimizi “rahatlatmıştı” Ankara katliamından sonra. Kana alışılan, alışılması gereken coğrafyalar var, bir de “steril” bölgeler öyle mi! Paris saldırısından sonra yazdığı yazının önemli bölümünde Erdoğan’dan alıntı yapmasından belli, bu sefer ne uyduracağını bilememiş saray soytarısı.

Yalnız katliamlara değil, açlığa, yoksulluğa… alışılamaz!

Dünyada her yıl açlıktan ölenlerin sayısı 8 milyona yaklaştı. Buna nasıl alışacaksınız? Gidin Sudan’daki anneye sorun “açlığa alışılıyor mu” diye…

Ama açlık Paris’te kendini pek göstermeyince, Londra, Berlin, New York’ta yüz binlerce insan sokak çöplerinde şimdilik hayat buluyorsa, gündem olmuyor. Ve Bağdat’ta pazar yerinde patlayan bombayla parçalanan 50 beden en fazla tek sütuna kısa haberdir “uygar” dünya için…

Peki, neden böyledir?

Her şeyden önce, emperyalizm diye bir şey vardır. Uluslararası tekeller ekonomiyi, medyayı, kültür-sanat piyasasını, toplumsal algıyı, hemen her şeyi yönetirler. En azından yönetmeye çalışırlar. Dünyanın yoksulluğa mahkûm edilen bölgelerinde olup bitenlerin “halimize şükredelim” tadıyla yansımasını isterler batılı toplumlara. Daha fazlası zarardır. Açlıktan ölen 8 milyonun gölgesini neden düşürsünler gıda tekellerinin reklamlarına! 

Emperyalizm, yalnızca zengin sınıflara değil, toplumun tüm katmanlarına “ayrıcalıklı” olduğu hissini aşılar. Milliyetçiliğin ötesidir bu. İstikrar ve huzur manyağı yapılmıştır batılı toplumlar. Öyle ki, istikrar ve huzur satın almak için özgürlük bedelini ödemeye hazırdır milyonlarca insan. Bu iklimde canları daha tatlı, canları daha değerlidir. Buna inanırlar. Paris’te patlayan bomba bu nedenle daha fazla ses getirir Pakistan’daki yoksullara kıyan insansız hava aracı saldırısından.

Sonra burjuvazinin ortaya çıkışından bu yana insanlık Avrupa-merkezci bir yaklaşımın elindedir. Uzatmayalım, medeniyetin standartları orada ve oradan gelenler sayesinde ABD’dedir! Diğerlerine kıyasla “cüce” bir kıta olan Avrupa’nın başkentlerinden birindeki bir güvenlik sorunu ile Mehmet Barlas’ın yaşadığı ülkede patlayan bir bomba aynı etkiyi nasıl yaratsın!

Buraya kadarı ahlaksızlık. Buraya kadarı kahrolası emperyalist merkezlerin dayatması, uydurması.

Ama buraya kadarın ötesine geçen bir şey var: Avrupa aynı zamanda en gelişkin işçi sınıfının yatağıdır. Tarihsel olarak böyledir; dişe diş sınıf mücadelelerinin yükseldiği her dönem, örnek olsun 19. yüzyılda Almanya başta olmak üzere, kıtaya damga vuran olgulardan biri tartışmasız proletaryadır. Proletaryadan ahlaksızlık çıkmaz, eşitlik-özgürlük arayışı çıkar, cesaret çıkar, dayanışma çıkar!

Nesnel olarak böyledir; Avrupa’da bugün bile göreli örgütlü, sınıf bilincini şu ya da bu oranda yaşatan, yoğunlaşmış, göçmen emekçilerle takviye edilmiş bir işçi sınıfı var.

İdeolojik-siyasal açıdan da böyledir; dünyada işçi sınıfı ayağa kalkacak ve ben insanlık hallerine el koyuyorum diyecekse, burada illa ki Avrupa proletaryasına özel bir rol düşecek. 20. yüzyıldan biliyoruz, Avrupa’da kaybeden bir işçi sınıfı, diğer yerlerde kazansa bile son tahlilde illa kaybediyor. Çünkü karşıt sınıf oraya çöreklenmiş, orada üslenmiş, orayı tahkim etmiş.

Bir başka Avrupa filan yok, emeğin Avrupa’sı lafı sermayeye hayat öpücüğü olarak icat edildi. Bugün Avrupa tekellerin Avrupa’sıdır ve bu Avrupa yıkılmalıdır.

Fransa’da patlayan bombanın Nijerya’da patlayan bombadan daha önemli hale gelmesini mazur gösterebilecek tek şey işte budur: Fransa’da yükselecek bir sınıf hareketi, Nijerya’daki yoksulun-açın çilesine de yardımcı olacaktır. 

Ama eğer bu mücadeleyi yükseltmiyorsanız, hâlâ ötekileştirme, ırkçılık, İslamofobi gibi kavramlar etrafında dolaşıyorsanız, sınıf mücadelesi kavramları yerine hoşgörü, çokseslilik gibi belirsiz sözcüklerin arkasına sığınıyorsanız, ahlaksızsınız.

IŞİD’in arkasındaki sınıfsal gücü itiraf edemiyorsanız; Obama’nın, Hollande’ın, İngiltere ve Almanya’daki bay ve bayanların bu sınıf adına insanlığı nasıl gericiliğe, teröre, militarizme teslim ettiğini gür bir sesle dillendirmiyorsanız; burjuvalarla medeniyeti kurtarmak için işbirliği yapılabileceği tezine radikal bir itirazınız yoksa, ahlaksızın önde gidenisiniz.

O halde, “dil farkı bilmeyiz, din farkı bilmeyiz” sizin için kapitalist dünyanın arızalarını unutturan mezarlık yanı ıslığından başka bir şey değil.

Evet, Paris’teki patlama, eğer Avrupa kıtasında emperyalizme, uluslararası tekellere, kapitalist sömürüye karşı bir ayağa kalk borusu olarak değerlendirilmeyecekse, “hepimiz aynı gemideyiz” masalı bir kez daha dinlenecek ve uyunacaksa, hayır kurumlarına gönüllü olarak yazılmak daha iyidir, hiç değilse birkaç yüz kişinin acısını dindirirsiniz!

Avrupa’da yaşamak bir ayrıcalıksa, insanlığa karşı borç ayrıcalığıdır. Avrupa bu borcu işçi sınıfı ayağa kalkıp uluslararası tekellerin, AB’nin, NATO’nun karşısına dikildiğinde ödeyecektir.

Türkiyeli komünistler bu misyon açısından sonuna kadar Avrupalıdır; geri kalan kısmında şarklı, cenubi, dağlı ya da adalı olmakta bir beis görmezler.

BİLL GATES'TEN KOÇ'A, KOÇ'TAN G-20'YE...
Bill Gates para dağıtıyormuş eşitsizlikler azalsın diye… Ali Koç “kapitalizmden kurtulmak gerek” demiş ve “kurtulamıyorsak şey edelim” diye eklemiş… G-20’de kapitalizmi nasıl şey edeceği tartışılmış. Erdoğan da fırsatı kaçırmamış adaletsiz dünyaya yine laf sokmuş ama kişisel servetinden söz etmemiş.

Günah çıkarmak için değil elbette. Tıkandı kapitalizm, yeni birikim modelleri üzerinde kafa yoruyorlar. 

ABD bir kez daha sanayiye yönelecek, bu anlaşıldı. Otomotivin lokomotif olduğu döneme… Ee, o zaman mali balonların asalak yanı üzerine azıcık edebiyat paralamanın zamanıdır. Sanki sanayideki büyümeden nemalanacak olanlar yine onlar değilmiş gibi…

Erdoğan’ın da “asgari ücret” çıkışı tek başına ucuz popülizm değil. “Fakirleri kızdırmayalım, tahrik etmeyelim” demesinin ardında yalnızca yoksulların öfkesinden duyulan korku yok. Türkiye’de mevcut modelin sürdürülemeyeceği ortada. Türkiye kapitalizminin hem bir daralmaya hem de ölçek büyümesine ihtiyacı var. Daralma, “piyasa oyuncularının sayısı”nda azalma, daha açığı yeni bir tekelleşme rüzgârı olarak görülmeli. Ölçek büyütme ise, sermayenin yoğunlaşması ve teknolojik hamleleri gereksiniyor.

Ali Koç diyor ki, “biz hazırız”. Koç grubu ve benzerleri “çalışanların hakkını daha fazla gözetme” adına, daha küçüklerin altından kalkamayacağı bir yükü sırtlamaya, daha doğrusu sırtlar gibi görünmeye hazır. Asgari ücret konusu nasıl gelişir bilinmez ama buradan küçüklerin havlu atmasının çıkması neredeyse kaçınılmaz. Büyüklere ise istisnalarla, vergi indirimleriyle, Suriyeli ucuz işgücüne özel yasalarla, belki bir kez daha karşımıza çıkacak bölgesel asgari ücretle zaten devletin olanakları sonuna kadar açık.

Türkiye’yi ilginç bir dönem bekliyor. Her açıdan!


Bu yazı Boyun Eğme dergisinin 8. sayısında yayınlanmıştır.