Ağıt

Yobazlığın karanlığı yoksul mahallelerinin üzerine çöküp de kendi semtine uğramadığı sürece sorun yoktu. İşin düşmezdi, gerekirse yolunu değiştirir, hiç olmadı gözlerini kapardın.

Askerde huzur bulur, sakin ve steril bir yaşamın anahtarını görürdün. Darbeler postal ve apoletin faydalarının bir bedeli olarak kabullenilebilirdi pekala. 12 Eylül 1980’de olduğu gibi, generaller huzur adına senin de huzurunu kaçırdığında, yapılanlardan çok “senin gibilere” yapılanlara sinirlenirdin.

İşçi sınıfı dendiğinde aklına kaba ve idare edilmesi gereken bir güruh gelirdi. Acımasız patronlardan, emekçinin iflahını kesen koşullardan esirgediğin öfkeyi yere tüküren yoksula kusmayı tercih ederdin. İyi okullarda okumanın halka borçlanmak anlamına geldiğini unutur, her fırsatta “eğitim şart” diye böbürlenirdin.

Başka ulusları aşağılamanın dayanılmaz cazibesi uğruna, kendini, kendi ulusunu aşağılanmaya açardın. Doğu çirkindi, kirdi, pasaktı, cehaletti batının hakkı vardı NATO’ya hakkı vardı, kıyıma hakkı vardı, terbiye etmeye hakkı vardı. Sen de, lanet olsun, doğunun efendisi batının kölesiydin, öyle sanmaktaydın.

ABD’yi, Avrupalı emperyalistleri, onlar AKP’nin önünü açtığında keşfettin. “Nasıl, nasıl olur da, uygar batı bu takunyalı takımını ciddiye alır, 70 milyonun kaderini bunlara teslim eder” diye hayıflandın. Ülkenin kaderinin başka yerlerde belirlenmesi değildi dert edindiğin.

Anlayacağın pek makbul biri sayılmazdın.

Tek marifetin, bugünkü siyasi iktidar yargıyı, maliyeyi, polisi, medyayı kullanarak sizin cenahı hallaç pamuğu gibi atmaya başladığında dik durmandı.

Önce askere, sonra batıya, sonra sermayeye güvendin. Karabasan elbet sonlanacak, intikam saati gelecekti. Ne ki, güvendiğin dağlara kâh kar yağdı, kâh kâr… Bir yıl, iki yıl derken on yılı devirdi iktidar. Ve o zaman, istemeye istemeye ayaktakımından beklemeye başladın kurtuluşu. Nasılsa diyerek...

Nasılsa, istim tepeden gelir, yeniden huzur ve nizam tesis edilir, şimdilik “halk” diye prim vermek durumunda kaldığın başıbozuklar kendilerine ait dünyaya dönerdi. Bu nedenle hem ayak kokusunu hem de biti kanlanan solun ağız kokusunu sineye çektin.

Çektin çekmesine de, bir şeyi anlamadın. Sen katlanmıyordun, sana katlanılıyordu!

Bugünkü rezaletle mücadele etmenin önem ve önceliğini kavrayanlar, bu mücadeleyi sabote etmediğin sürece, seni dert etmiyor, seninle uğraşmıyordu. Ama “huzur” ve “istikrar” adına bir kez daha köhnemiş düzene güç katmana göz yumulacağını nereden çıkardın? Bil ki, sığındığın ve pazarladığın akıldışı ideolojinin altı her gün daha fazla oyuluyor istismar ettiğin, kullanmaya kalktığın değerler yavaş yavaş ehil ellere geçiyor. Yarın en yakınındakiler seni terk etmeye başlarsa hiç şaşırma.

Unutma sen dündün, bugünden oldun, yarın ise yoksun!