Yurtdışı Lisansüstü Eğitim Programı Nasıl Yönetildi?

Bu yazıda 2547 sayılı Yükseköğretim Yasasının 33/b Maddesi uyarınca yurtdışına lisansüstü eğitim amacıyla gönderilen öğrencileri konu alan 1996 yılında yaptığım bir denetimin sonuçlarını paylaşmak istiyorum.

Çalışmanın eski oluşu sizi yanıltmasın. Yapıldığı dönemde bir ilk olma özelliği taşıyordu, bugün tek olma özelliği de kazandı. Çünkü böyle bir denetim bir daha yapılmadı. Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ya da üniversiteler, bu tür bilgileri derliyorlarsa bile, kamuoyuyla paylaşmıyorlar.

1990’lı yıllarda yurtdışında lisansüstü eğitim yapanların çoğu bugün profesör, bölüm başkanı, dekan ve belki de rektör. Bu gerçek dikkate alınırsa çalışmanın güncelliğini koruduğu sonucuna da varılır.

Sayıştay Başkanlığınca, 1987-1994 tarihleri arasında yurtdışına lisansüstü eğitim amacıyla gönderilen öğrencileri denetlemekle görevlendirilmiştim. Ne YÖK’te, ne de üniversitelerde derli toplu veri bulabilmiştim. Üniversitelere önceden hazırladığım formları göndermiş ve öğrencilerin adları/hangi ülke/üniversite/fakülteye gönderildikleri, aldıkları eğitim, tez konuları, başarılı olup olmadıkları vb. bilgileri formların üzerine işlemelerini istemiştim.

Üniversitelerin gönderdiği formları bir veri tabanı oluşturacak biçimde elektronik ortamda derlemiş ve çeşitli amaçlarla sorgulamıştım.

1987-1994 tarihleri arasında 2547 sayılı Yasanın 33/b maddesi uyarınca lisansüstü eğitim görmek amacıyla yurtdışına toplam 2664 öğrenci gönderilmişti. 1232 öğrenci ABD’nde, 1104 öğrenci İngiltere’de, 328 öğrenci ise çeşitli ülkelerde lisansüstü eğitim yapıyordu.

Bilgileri sorguladığımda hiç beklemediğim sonuçlarla karşılaşmıştım.

Sözgelişi, öğrencilerin %10’dan çoğu, ya başarısız olmuş ya da eğitim sürelerinin sonunda ülkeye dönmemişti. Üstelik eğitim süreci içinde izlenmedikleri anlaşılıyor, başarısız oldukları genellikle dördüncü yılının sonunda ortaya çıkıyordu. Aralarında 5 ya da 6 yıl eğitim görenler bile vardı.

Eğitim ve tez konularına bakıldığında çok daha ilginç bulgulara ulaşılıyordu. Hangi eğitimin hangi ülkede verileceği konusunda bile öyle özensizlikler bulunmaktaydı ki ancak kara mizah olabilirdi.

ABD üniversitelerinde yapılan lisansüstü eğitimin tez konularından birkaç örnek vereyim “Kazak Kırgız Edebiyatı”, “Türk Dili ve Edebiyatı”, “Türkçede Adıl Düşmesi”, “Eski Türk Dili”, “Eski Türk Edebiyatı”, “Osmanlıca ve Modern Türkiye”, “İslam Hukuku”, “İslam Felsefesi”, “İslam Tarihi ve Sanatı”, “İslam Dini ve Esasları”, “Arap Dili Belagatı”, “Tefsir”.

Başka ülkelerden vereceğim şu örnekler de daha az garip değildi: “Bulgaristan’da Türk Azınlıkları” Belçika’da “Türk İslam Sanatları” Almanya’da “İslam Yaşamında Halifelik” Fransa’da “İslam Mezhepleri Tarihi” de İngiltere’de yapılan lisansüstü eğitim sonucunda yazılmıştı.

Raporda bunun gibi çok sayıda örnek yer alıyordu.

Ayrıca tez konularının bir bölümünün “Devrim Sonrası Şii Düşüncesinin Evrimi”, “Keban’a Göç Eden Kadınlar” gibi Anadolu’nun özellikle güney ve doğu kesimlerinde araştırma yapılmasını gerektiren ve bu coğrafyanın sorunlu alanlarından seçilmesi dikkat çekiyordu. Bu tezlerin, eğitimin ölçülmesi dışında başka hangi amaçlarla kullanıldığını ya da kullanılabileceğini, doğrusu merak etmiştim.

Yurtdışında verdirilecek eğitimin niteliği konusunda ise çok özensiz davranılmıştı. Oysa öğrencilerin, yurtiçinde verilemeyecek düzeydeki bilgileri edinmeleri için yurt dışına gönderilmeleri gerekiyordu. Lisansüstü eğitim yapmak üzere ABD’ye gönderilen 1232 öğrencinin yalnızca 38’i Ranking sıralamalarında ilk 25 üniversite arasındaki üniversitelerde eğitim görüyordu. İlk 100 sıralamasına giren okullarda ise yalnızca 229 kişi öğrenim görmekteydi. Öğrencilerin 532’sinin lisansüstü eğitim yaptığı üniversitelerin adları ise listelerde yer bile almıyordu. Yani bu okulların çoğunun diploması ABD’de geçersizdi, hiç işe yaramıyordu.

Denetim sırasında yaptığım literatür taramasında elime geçen Fulbright Eğitim Komisyonunun yurtdışında lisansüstü eğitim görmek isteyenleri uyaran bir broşürü beni çok şaşırtmıştı. O broşürde ABD’de çok sayıda posta kutusu üniversitesi olduğu belirtiliyor ve yeterince ücret öderseniz köpeğinize hukuk diploması bile alabilirsiniz, ama siz eğitim alamazsınız çünkü bu okullar yalnızca posta kutusundan ibarettir, deniliyordu.

Yine araştırmalarım sırasında ABD’de çoğunun ticari kaygıları önde gelen 3.300 üniversite olduğunu, lisansüstü eğitime kayıtlı öğrencilerin %80’inin başka ülkelerden geldiğini öğrenmiştim.

Raporda çeşitli üniversitelerde yaptırılan 4 yıllık lisansüstü eğitimin ülkeye maliyeti konusunda bilgiler de verilmekteydi. Sözgelişi, Massachusetts Institue of Tech. de 146.000 $, İngiltere’de sosyal bilimler alanında yapılan mütevazi bir lisansüstü eğitim ise 62.000 $ harcama gerektiriyordu.

Yukarıda sıralanan olumsuzlukların bugün bir bölümünün düzeltilmiş olduğunu düşünüyorum. En azından Yükseköğretim Kurulu, denkliğini kabul edeceği üniversitelerin adlarını yayımlamakta, bunun dışındaki üniversitelere öğrenci göndermemektedir. Lisansüstü eğitim programı da büyük ölçüde AB projeleri üzerinden yürütülmektedir. AB sağladığı kaynakların boşa gitmesini istemeyebilir. Ayrıca, sanayinin gereksindiği nitelikli –onların deyimiyle söyleyeyim- “insan kaynağı” yetiştirilmesinin önemi artmıştır. Bütün bu nedenler, birçok olumsuzluğun giderilmiş olduğu konusunda bir kanıt olarak değerlendirilebilir. Ancak bu düşünce, bilgiye dönüştürülmelidir.

Yurtdışına lisansüstü eğitim amacıyla gönderilen öğrenci sayısı giderek artmaktadır. Kimi sorunların çözümlenmiş olması, yeni olumsuzlukların çıkmayacağının güvencesi olamaz. Saydamlık, açıklık, hesap verilebilirlik gibi sözleri dilinden düşürmeyen AKP iktidarından, lisansüstü eğitime gönderilen öğrencilerle ilgili bilgileri tüm açıklığı ve ayrıntılarıyla kamuoyuyla paylaşmasını beklemek, herkesinen doğal hakkıdır.

Yaptığım denetim, tarih olarak İhsan Doğramacı ile Mehmet Sağlam’ın YÖK başkanı olduğu dönemleri kapsamıştır. İhsan Doğramacı bugün yaşamamaktadır ama Mehmet Sağlam AKP iktidarlarında Milli Eğitim Bakanı olarak görev yapmıştır ve bu gün Meclis Başkan Vekilidir.

Yükseköğretimi 1990’lı yıllarda teknokrat olarak biçimlendiren anlayış, AKP iktidarıyla birlikte YÖK Başkanı ile Üniversite Rektörlerini seçecek siyasi güce ulaşmıştır. Bu nedenle lisansüstü eğitim konusunda 1990’lı yıllardan çok daha fazla olumsuzlukla karşılaşılabileceği kuşkusu dayanaksız değildir.