Yok etmenin makbul olanı

Kadir Sev'in “ Yok etmenin makbul olanı” başlıklı yazısı 11 Ocak 2013 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Taliban 2001 yılında onlarca tarihi heykeli bombaladı, yok etti. Bunlardan ikisi, 1.500 yıl önce yapılmış ve dünya mirası listesinde yer alan devasa boyutlardaki Buda heykelleriydi.

Taliban’ın temsilcisi Seyyid Haşimi, olayın hemen sonrasında gittiği ABD’de heykelleri neden yıktıklarını anlatmış: UNESCO’dan birtakım adamlar heykelleri onaracağız diye gelmişler. Taliban, binlerce çocuğun açlıktan öldüğünü söylemiş ve parayı çocukların hayatını kurtarmak için kullanmayı önermiş. “Para heykeller için veriliyor” yanıtını almışlar. “Çocukları düşünmeyenler, heykeli düşünüyorlarsa, yok ederiz” kızgınlığıyla heykelleri bombalamışlar.

Hepimizin bu ilkellik karşısında içi acıdı. Ama dün Irak’da, Gazze’de, bugün Suriye’de tarih bombalanmıyor mu? Müzeler, kütüphaneler yağmalanmıyor mu? Başucumuzda gerçekleşen bu olaylar kimin umurunda?

Taliban yönetimince yasaklanıncaya değin Afganistan, dünyanın en büyük afyon üreticisiydi. Bu alanda yüzde 92 paya sahipti ve bu oran alınan önlemlerle yüzde 3’e düşürülmüştü. Oysa ABD bölgedeki operasyonlarını Afganistan’da üretilen uyuşturucu gelirinden finanse ediyordu. Buna izin verilemezdi. Başına gelenleri biliyoruz... İkiz kulelerin bombalanması kurgusuyla, zaten çok az ülkenin tanıdığı Taliban yönetimi, ilkelliğinden haklılık üretilerek devrildi ve bir ABD vatandaşı olan Karzai Cumhurbaşkanı yapıldı. Afyon üretiminin şimdi eski düzeylerine yükseldiği söyleniyor. Bombalanan heykeller ise UNESCO’nun katkılarıyla 60 milyon dolar harcanarak onarılacakmış. Böylelikle yörede yaşayan köylülerin eline üç beş kuruş geçermiş. “Bombalanan heykeller” ambalajıyla sunulacağı için müşterisi de çok olur. Köylüleri bilmem ama turizm tekellerine gün doğacağı açık.

Taliban’ın barbarlıklarına üzüldük ama ülkemizde hemen her yasa, her yönetmelik, alınan her karar, yok edici bir enerji içeriyor. AKP 10 yıldır tarihe, doğaya, sanata ve insanların üzerine bombalar atıyor. Bunların ne kadarının farkındayız?

Her bombanın, yok edeceği ya da yağmalayacağı alana göre bir adı var. Özelleştirme denildiğinde kamusallığın kentsel dönüşüm ya da afet riski dendiğinde kentlerin HES, 2/b gibi semboller kullanıldığında ormanların tüp geçit ya da üçüncü köprü dendiğinde İstanbul’un hedefte olduğunu anlıyoruz. İnsanlar yurtlarından yuvalarından kovuluyor ve gökdelenler dikiliyor.

Bombalanan Buda heykelleri 1.500 yıllık. Taliban’dan geri mi kalacaktık? Biz tüp geçit yapacağız diye 8.000 yıllık tarihi bombalıyoruz. Yeniköy’de bir köy, eski bir liman, 35 batık gemi, 9 gömü ve daha nicelerinden oluşan dünyanın en zengin batık koleksiyonu bulundu. Sizce bunların ne kadarı kurtarılabilir?

Hasankeyf, en az 6.000 yıllık bir yerleşim yeri. Birçok antik uygarlığa başkent olan bu tarihin üzerine baraj yapıyoruz. Kültür Bakanı, Hasankeyf’in başına geleceklere çok üzülüyor, ama elinden ne yazık ki bir şey gelmiyormuş “hayat acımasız, hükümet katı” diyor. Haydarpaşa daha az mı önemli? Çevresini gökdelenlerle donatıp, Haydarpaşa Garı’nı otel yapıyoruz.

Atatürk Orman Çiftliği’ne de çok sayıda bomba atıldı. Ankara Büyükşehir Belediyesi hayvanat bahçesini eğlence yerine dönüştürecek. Toprakları otoyollarla dilimlere ayrılmıştı zaten. İçinde çoğu yabancı şirketin fabrikaları var. Ömrünü saltanatla mücadeleye adamış Atatürk’ün vasiyetine inat, Çiftlik topraklarının üzerine Başbakanlık sarayı yapılıyor. Şimdi de tarihi tekel binasını yıkma kararı aldılar. Saraya kongre binası gerekiyormuş.

İçimizde sanata tükürenler bile var. Neyse ki Başbakan onlardan değil. Her yere tükürmesi yakışık almaz. O, sanat eserlerine “ucube” ya da “çanak çömlek” demekle yetiniyor. Çevresindekiler hemen anlıyor ve gereğini yerine getiriyorlar. “Ucube” dediklerinden biri de, Mehmet Aksoy’un barışa hasreti simgeleyen İnsanlık Anıtı. Derhal yıktılar. Barışa da, insanlığa da tahammül edemiyorlar.

Öylesine bir dünyada yaşıyoruz ki paraya dönüştürülemeyen tarih, sanat, kültür, çevre, barış, insanlık gibi kavramlar hiçbir anlam taşımıyor. İçinde “sürdürülebilir” sözcüğü geçen cümleleri ihtiyatla karşılayın. Hepsi metalaştırmayı anlatıyor. “Sürdürülebilir” olmayanlar yok edilecekler listesine alınıyor ve derhal gereği yapılıyor.