Tayyip Erdoğan Anayasa Mahkemesi kararına uymamak için ne yapacak?

Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesinin Dündar ve Gül ile ilgili; “hakları ihlal edilmiştir” kararını beğenmedi: uymuyorum, saygı da duymuyorum dedi. Üstelik kararında direnmedi diye, yerel mahkemeyi de suçladı.

Saygı duymamak anlaşılır bir şey de; şu uymama işi nereden çıktı? Cumhurbaşkanının bu kararla ilgili olarak bir şey yapması gerekmiyor ki. Ne yetkisi; ne görevi; ne de sorumluluğu var.

İnsanın aklına ister istemez şöyle bir soru geliyor; “Acaba uymamak için ne gibi bir yola başvuracak?”

Esip gürlemesine bakılırsa, serbest bırakılması kararını görüşecek olan mahkemeyi korkutarak sonuç almayı amaçlıyor. İşe yarayacağını sanmam. Büyü bozuldu bir kere, hem içerde hem dış dünyada gücünü ve itibarını yitirdi. Hemen her gün karizmasını çizen bir olayla karşılaşıyoruz.

Kurt Kanunu, bu gibi durumlarda da hükmünü sürdürüyor: elverişli olma özelliğini yitirenler, tasfiye oluyorlar. Emperyalizmin dünyasında vefa duygusunun yeri yok.

Tayyip Erdoğan’ın, yargıçları korkutarak etkileyeceğini düşünmesinin elbette bir temeli var. Çünkü onun “şefliği altında” yapılan yasal düzenlemelerle, yargıçlar güvencesizleştirildi.

Beğenilmeyen kararlar verenlere, “haritada yer beğen” bile denilmiyor. Çoğu kez sürüldükleri yeri, Resmi Gazetede yayımlandığında öğreniyorlar.

Yargının giderek siyasal iktidarın güdümüne girmesinden, Avrupa Komisyonu bile rahatsızlığını dile getirmeye başladı. Bile sözcüğünü özellikle kullanıyorum, çünkü Avrupa Komisyonunun, 2015 yılına değin, AKP’nin yöntemine pek bir itirazı olmadı. Üstelik 2015 yılı Türkiye Raporunda da, 2007-2013 arasındaki yasal düzenlemeler övülüyor ve 2014 yılı başından sonra işlerin tersine döndüğü belirtiliyor.

Aşağıdaki alıntılar, Raporun yargıya ilişkin değerlendirmelerini yeterince açıklıyor;

“Yargının görevlerini bağımsız ve tarafsız şekilde gerçekleştirmesine imkân tanıyan ve yürütmenin ve yasamanın kuvvetler ayrılığı ilkesine riayet ettiği siyasi ve hukuki bir ortam yaratılması (gerekmektedir)

Üst düzey yolsuzluk davalarına ilişkin soruşturma, kovuşturma ve mahkûmiyet sınırlı kalmıştır. Yolsuzluk birçok alanda yaygın olmayı sürdürmüş(tür)

Yargının bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin gözetilmesi sekteye uğramış; hakimler ve savcılar, güçlü bir siyasi baskı altında kalmıştır.

Yürütme erkinin, HSYK üzerindeki rolünü ve etkisini sınırlandırması ve hakimlerin görev yerlerinin kendi istekleri dışında değiştirilmemesi konusunda yeterli güvence (sağlanmalıdır)”

Avrupa Komisyonunun Raporunda, yargının durumundan böyle söz edilmeye başlanılmışsa, AKP’nin işi epeyce zora girmiş demektir: ya safra atacaklar ya da hep birlikte tarihe gömülecekler.

Neyse bu konu siyaset bilimcilerinin uzmanlık alanına giriyor. Biz yargı konusuna dönelim.

Hukukun üstünlüğü gibi lafları bir yana bırakmalıyız. Öyle bir şey, gelişkin demokrasiye sahip olduğu varsayılan ülkelerde de hiçbir zaman olmadı. Dünyanın nimetlerinden daha çok yararlanan zengin ülkeler, halkına daha çok pay verebiliyor. Onların bu özellikleri bize, demokrasileri gelişkin diye algılatılıyor.

Üstünler, Dünyanın her yerinde kendi hukukunu kuruyor; ikna, baskı, aldatma gibi yöntemlerle topluma dayatıyorlar. Gücü olan sınıflar/kesimler, diretmesini becerebildiği oranda, egemenlerin hukukunda gedikler açıyor.

Bu tartışmayı bir başka yazıya bırakalım. Son olarak şunlardan söz edip bitireyim:

Bizler, hukukun uygulayıcısı olarak yargıçları görüyoruz. Öyleyse adaletin emanet edildiği yargıçların durumuna şöyle bir bakalım.

Diyelim ki Artvin’de İdare Mahkemesi yargıcısınız ve ÇED raporunun bilimselliğini değerlendirip, maden işletilir ya da işletilemez kararını vereceksiniz. Karşınızda o işten yüz milyonlarca, milyarlarca dolar para kazanmayı hedeflemiş; çıkarının önündeki bütün engelleri yok etmek zorunda olan, üstelik tecavüzcü olarak ün kazanmış biri var. Sizinse ÇED raporunu hazırlayanlardan daha çok güvenceniz olmadığı gibi İktidar da karşınızda. Kısacası yapayalnızsınız. Bu durumda ne yaparsınız?

Yıllar önce emekli olan Yargıtay Başkanlarından biri yargıçlar için; “vicdanlarıyla, cüzdanları arasında sıkışmış” diye bir söz kullanmıştı. Şimdi bu sözler çok hafif kalıyor.

Üstünlerin hukuku işte böyle bir şey.