Tarımsal sulama tüccara emanet

TBMM Tarım Komisyonunda, Devlet Su İşleri (DSİ) Örgüt Yasası başta olmak üzere 30 yasa ve KHK’da değişiklik öngörülen bir torba tasarı görüşülmeye başlandı. Hızlı gidiyorlar, 52 maddeden oluşan tasarının bütünü üzerindeki görüşmeleri 15 Mart günü toplanıp bir günde bitirdiler. Dün akşam 20.30’a değin çalışıp 8’nci maddeye geldiler. Bugün 17.00’de yeniden toplanacaklar.

Tasarının kimi düzenlemelerine geçen hafta kısaca değinmiştim.

Dikili ağaçların satılması; orman yangınlarını gözetlemekle görevli personelin, İş Yasasının kurallarına uyulmaksızın 7/24 saat çalıştırılması; soğuk hava deposu olarak kullanmak amacıyla ormanların altının oyulması; ziraat odası temsilcisinin orman kadastro komisyonlarından çıkarılması gibi düzenlemeler dikkat çekiyordu.

Bu hafta, bir başka önemli bir konuya; suyun özelleştirilmesi amacıyla yapılan değişikliklere bakalım.

Maddelerin ayrıntısına girmeye gerek yok. Sistemi özetle şöyle kurgulamışlar: Suyu kanallarla, borularla çiftçinin tarlasına kadar getirecekler; her tarlanın başına birer vana ve sayaç koyacaklar; sözleşme yapmayanlara su verilmeyecek; borcunu ödemeyen olursa, hemen suyu kesilecek ve icra yoluyla alınacak.

Tasarının emeli gibi yazımı da kötü, belirsizliklerle dolu. Bunlar Tarım Komisyonunda dile getirildi: Sözleşme kiminle yapılacak? Çiftçi, tarlasının yanından geçen derenin suyunu kullanabilecek mi?

Bakan bu ve benzeri soruları özetle şöyle yanıtladı; her şeyi yasalara yazamayız, eksik kalan konuları yönetmelikle düzenleriz. İsterseniz sizi de davet ederiz, görüşlerinizi söylersiniz. 

Bu sözleri söyleyenler 16 yıldır Devlet yönetiyorlar. Çok yazık!

Aslında bu soruların da verilen yanıtın da hiç önemi yok. Çünkü tasarının 6’ncı maddesindeki şu sözlerden, sulama tesislerinin zaman içinde su tüccarlarına devredilmesinin planlandığı anlaşılıyor; “kamu kurum ve kuruluşları dışındaki tüzel kişilere devredilmiş olan sulama tesislerinde…”

Maddede biraz utangaç biçimde ifade edilmiş olsa da “tüzel kişilerin” su tüccarları olduğunda hiç kuşku yok.

Anlaşılan o ki; su işinin yasalara göre değil ticaretin kurallarına göre yönetilmesinin zamanı geldi.

Bakan böyle konuşmuyor elbette. Özelleştirme konusundaki eleştirileri de pek duymuyor. Para için değil vahşi sulamadan vazgeçsinler diye suyun pahalı olması gerektiğini söylüyor.

Yanlış anlaşılmasın: Vahşi sulama dedikleri, geleneksel yöntem.

Çiftçinin geçimiyle, ekmeğiyle, suyuyla çok uğraşıyorlar. Köye hizmet götüren kamu kurumları ya kapatılıyor ya da güçsüzleştiriliyor. Neoliberal politikaların henüz hükmünü yürütmediği 1980’li yıllardan önce köye hizmet götüren köklü ve deneyimli kadroları olan Yol Su Elektrik ve Topraksu Genel Müdürlükleri gibi kamu kurumları vardı. 1984 yılında kapatıldılar ve İl Özel İdareleri ile KÖYDES, BELDES gibi çok küçük ölçekli örgütlenmelere devredildiler. Bundan böyle ne bütüncül su planlaması yapılabilir ne de hizmet üretilebilir.

Suyu yönetebilecek kurum bırakmadılar.

2005 yılında çıkarılan Mahalli İdare Birlikleri Yasasıyla sulama birlikleri kurulmuştu. Yasada İl Özel İdareleri ile kamu kurum kuruluşlarının bütçelerine konulan ödeneklerle desteklenmeleri öngörülüyordu.

Yasanın ömrü 6 yıl sürdü. 2011 yılında çıkarılan Sulama Birlikleri Yasasıyla kamu desteklerinden yoksun bırakıldılar ve giderlerini gelirleriyle karşılayan birer işletmeye dönüştürüldüler.

O günden bu yana, eskiyen donanımın onarılması; elektrik giderleri; işçi ücretlerini ödemek mücadelesi veriyorlar. Çiftçilerin gelir düzeyleri giderek azalıyor, su borçlarını ödeyecek güçleri kalmadı. Ama yine de büyük bir bölümü görevlerini sürdürebiliyorlardı.

Tasarı bu biçimiyle yasalaşırsa işleri daha da zorlaşacak. Yöneticilerinin seçimle gelmesi uygulaması kaldırılıyor. DSİ’nin gölgesini üzerlerinde daha çok hissedecekler. Hiçbir kamu kurumundan parasal destek alamayacakları gibi DSİ’nin atayacağı bir müdür eliyle yönetilecekler. Dahası DSİ istediği zaman Birliği feshedebilecek. Ve ardından Örgüt Yasasının verdiği yetkiyle kamu kurumu olmayan bir tüzel kişiye devredebilecek. Yani kapatılıp özelleştirilecekler.

“Milli iradenin” nedense çiftçilerle arası hiç olmadı. Tarıma, hayvancılığa ait güzel olan ne varsa, yok etmeye kararlı.

Tarım toprakları, meralar yağmaya açıldı; tütün üreticisi tarihe gömüldü; sırada pancar üreticisi ve şeker fabrikaları var. Özelleştirilen elektrik dağıtım şirketlerine borcu olanlara destek primleri ödenmiyor. Devlet, şirketlerin tahsildarlığına soyundu; borçlarına mahsup ettikten sonra kalmışsa çiftçilere veriyor.

Tarım ve Hayvancılık cephesinde bunlar yaşanıyor.