Siber çağında adalet

Bilim ve teknolojide dev adımlar atılmasıyla övünülen bir çağda yaşıyoruz. Hatasız üretim, konfor ve hız, çağa damgasını vuruyor. Işık hızıyla haberleşiyoruz. Mutluluk anlarımızın fotoğraflarını çekip anında dostlarımızla paylaşıyoruz. Bütün dünyanın bilgisi canlı yayınlarda evlerimize kadar ulaşıyor. Her gün “mutluluğumuzu artıracak” yeni buluşlar okuyoruz. Teknoloji ürünleri daha aldığımız gün eskimeye başlıyor.

Ve bütün bunları gerçekleştirebilmek için doğayı, tarihi söküp yok ediyoruz. Çünkü daha çok enerji, daha çok maden, daha çok zehir üretmemiz gerekiyor.

Doğayı, doğa dışı sonuçlar doğuracak yöntemlerle daha çok üretime zorluyor; bireyi mutlu kılmak adına bütün canlılığa saldırıyoruz.

Ve birilerinin çıkıp bunların, insanlığın rahatlığı için ödenmesi gereken küçük bedeller olduğuna bizleri ikna etmesi gerekiyor. Bilim adamı kılıklılarla, toplumun vicdanına hitap eden siyasal önderler bu işi başarıyla yürütüyor. İçlerinde, evdeki televizyonların yaydığı radyasyonla, nükleer santralların riskini bir tutanlar bile çıkabiliyor ve ne yazık ki çoğumuz buna inanıyor.

Kapitalizmin, insanlığın geleceği gibi bir perspektifi olmadığı gibi adalet kavramı da yok. Yaşamak için yok etmek zorunda. Bunu, Karadeniz’deki Havva Teyze gördü, direniyor. Bizlerse kapitalizmin hünerlerini uysalca izlemekle yetiniyoruz.

Anayasada insanların, yaşamak; maddi ve manevi varlıklarını korumak ve geliştirmek; sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak; adil yargılanmak gibi haklarından söz edilir. Hiçbir yasada; “bu haklar kapitalizmin çıkarlarına ters düşecek bir anlayışla kullanılamaz” gibi bir düzenleme yer almaz ama temel kural budur.

Adalet arıyorsanız ve bu arayışınız herhangi bir tekelin çıkarına değilse, siber çağında kaplumbağa hızına razı olmak ve üstelik aradığınızı bulamayacağınızı bilmek zorundasınız.

Dün Resmi Gazetede (14.7.2015) yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 2013/7318 başvuru numaralı kararı, bu son sözlerime güzel bir örnek oluşturuyor.

Uşak İli Ulubey ilçesi Gümüşkol köyü yakınlarında işletilen altın madeninden yayılan siyanür nedeniyle hastalıklar artmış ve köylüler, 2006 yılında tazminat ödenmesi ve işletmenin kapatılması için bir dava açmışlar. Ellerinde, kanlarındaki siyanür oranının ölüme yol açabilecek düzeyde olduğunun belirtildiği raporlar olmasına karşın aradan geçen 9 yıl süresince hiçbir sonuç alamamışlar. Sonunda çareyi Anayasa Mahkemesine başvurmakta bulmuşlar.

Bakın bu 9 yıl içinde neler olmuş:

Önce savcılık bir soruşturma yapmış ve toplu rahatsızlıklara şebeke suyundaki koliform bakteri sayısındaki artışın neden olduğu, maden işinin somut olayla bir ilgisinin olmadığının belirtildiği bir bilirkişi raporuna dayanarak kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş. Bu karara itiraz edilmiş ama Mahkeme, test edilen kanlarda siyanür düzeyinin yüksek çıkmasına karşın maden faaliyetleriyle herhangi bir ilgisinin kurulamadığını öne sürerek 2008 yılında bu itirazı reddetmiş. Mahkemenin red kararına karşı Yargıtay’a başvurulmuş. Yargıtay 2009 yılında, bilirkişi raporunun su ve toprak örnekleri üzerinde araştırma yapılarak sonuca varıldığını; kullanılan siyanürün insan sağlığını olumsuz etkileyip etkilemediğinin üniversitelerin toksikoloji, patoloji, biyokimya ve farmakoloji bilim dallarında görevli öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi kurulundan alınacak bir raporla ortaya konulması gerektiğini belirterek bu kararı bozmuş. Yerel mahkeme, konuyu yeniden bilirkişiye inceletmiş. Bilirkişiler, toksisite konusunda güvenilir veriler elde edilmesine yönelik örnek alınma yöntemleri kullanılmadığı için, kan düzeyi raporlarının bilimsel olarak akut siyanür zehirlenmesine kanıt olarak kabul edilemeyeceğini belirtmişler. Bu rapor üzerine yerel mahkeme, tanıkların soyut beyanlarına itibar edilemeyeceği gerekçesiyle ilk kararında direnmiş. Yargıtay’a Ağustos/2014 tarihinde yapılan temyiz başvurusu ise henüz sonuçlanmamış.

Anayasa Mahkemesinin, yukarıda sözünü ettiğim kararında özetle şunlar yazılı; “Makul sürede yargılanma hakları ihlal edildiği için başvuran 4 kişinin her birine 5.850 TL tazminat ödenmesine; Anayasayla öngörülen yargı yollarının tüketilme koşulu gerçekleşmediği için başvurunun reddedilmesine.”

Anayasa mahkemesi 9 yıl süren bir dava hakkında, konu henüz benim bakabileceğim kıvama gelmemiş diyor. Biri çıksa yasalar böyle Mahkemeler ne yapsın diye sorabilir. Haksız da değil. Siber çağda adalet derken tam da bunu söylemek istemiştim.