Sermaye sınıfı kriz çözerse

“… kriz içindeyiz… on binlerce şirket battı… yatırım ortamı kalmadı…yoksulluk artıyor…” gibi sözler, nedense yalnızca sol cenahta dillendiriliyor. Sermayenin temsilcilerinden olumsuz bir söz işitmiyoruz.

Oysa 2017-2018 arasında on binlerce şirket battı, on binlercesi bankalarla, konkordatolarla boğuşuyor.

Tüketici enflasyonu yüzde 20’lerin, üretici enflasyonu yüzde 30’ların üzerinde. Banka faiz oranları yüzde 30-35’leri aştı. Piyasalar o denli kırılgan ki; sermaye ve siyaset dünyasından birileri olumsuz bir söz etse, döviz anında fırlıyor. Özel sektörün 223 milyar dolar borcu var. Diyelim ki 6,10’dan 6,20 liraya çıktı, borçları 23 milyar lira artıyor.

Tüketim aşısıyla da olsa 2017 yılında 7,4 büyüdüğümüz söyleniyor. Tüketim de bitti: Kimsede para olmadığı gibi, borç alacak, harcayacak mecal de kalmadı. 7 milyona yakın işsiz var. İşi olanların büyük çoğunluğu sefalet ücretinin altında çalışıyor, yarınları belirsiz. Üstelik YEP adı verdikleri Orta Vadeli Programda, emekçilerin satın alma güçlerinin daha da azaltılması hedefleniyor. Sosyal güvenlik harcamalarını kısacaklarını; BES’i zorunlu yapacaklarını; kıdem tazminatı fonu yasasını çıkaracaklarını; işsizlik fonundan daha çok parayı patronlara aktaracaklarını yazmışlar.

Aslına bakarsanız OVP’de, “yerli sermaye” için de pek güzel şeyler söylenemiyor. Büyüme oranında sert düşüşler öngörülüyor. Bu öngörünün dile getirilmesi, dış sermaye bağımlısı olan ülkeler için çok kötü haber.

Nedeni şu: anlı şanlı holdinglerimizin sözlüğünde büyüme; “ülkenin zenginliklerinin ve pazarının, uluslararası tekellerden para bulup birlikte yağmalanması” anlamına geliyor. Yurt içinde aldıkları ihaleler için gereken paraları, uluslararası tekellerden alıyor, kazandıklarını kırışıyorlar.

Ülkeye ne kadar çok para girerse, varlıklar ne kadar çok yağmalanırsa o oranda büyümüş sayılıyoruz. Para bulamazlarsa bunlar olmuyor.

Son yıllarda para bulma işi sıkıntıya girdi. Kimi uluslararası yatırımcılar, Arjantin ve Türk varlıklarının çok ucuzladığını, uygun fiyatlarla satın alınabileceğini söyleseler de para Dünyada da kıtlaştı: Bu yüzden Uluslararası sermayenin “risk iştahı” azaldı, güvenli limanlara gidiyor.

Kriz içinde olduğumuzdan kimse kuşku duymasın. Krizin belirtileri bugüne değin, vatandaşlığa kabul edilmeleri karşılığında yabancılara konut satarak; yeniden yapılandırma, imar affı, kayıt dışı paralara yasallık kazandırarak; kamu varlıklarını satarak, elde edilen paralarla gizlenebildiği için pek anlaşılmadı. Ancak böyle çok sürdürülemez. Deniz bitti.

Normal bir ülkede, bu duruma düşülmüşse eğer, iktidarlar sorumlu tutulur ve hesap sorulur. Bizde tam tersi oluyor. Övgüler düzmek için herkes sıraya giriyor. Felç olmuş gibiyiz; bedenimiz ters tepkiler veriyor.

TÜSİAD, MÜSİAD gibi büyük patronların örgütlerinin övgülerini anlayabiliriz. Onların tuzu kuru. Ülkenin en büyük kaynakları onlar aracılığıyla uluslararası tekellere sunuluyor, pazarlanıyor; bu sayede krizde de kârları artıyor; “bizim yeterince cephanemiz var” demelerini; “Bankamıza bu yıl 1 milyar dolar daha yatırdık” diye övünmelerini yadırgamayız.

Ama TOBB ile sanayi ve ticaret odalarının ezici çoğunluğunu, küçük ve orta sermayeli şirketler oluşturuyor. Krizden en çok onlar zarar görüyor; iflas edenler, konkordato ilan edenler hep onlar.

Nasıl oluyor da örgütleri, onların adına AKP’ye güvenlerini, bağlılıklarını sunuyor? Nasıl oluyor da YEP diye adlandırılan 34 sayfa uzunluğunda, somut hiçbir önerisi olmayan, kendi içinde bile çelişkilerle dolu bir belgeyi; “gerçekçi…somut…şeffaf…ihtiyatlı; uygulanabilir…”  buluyorlar; nasıl oluyor da “hızlı adımlarla hayata geçirileceğine inandıklarını…” söyleyebiliyorlar.

Çok sayıda nedeni var elbette. Akla ilk şunlar geliyor: Havuz medyasının yatıştırıcılığı, büyük sermayenin talip olmadığı küçük ihalelerden pay kapma yarışında öne çıkma çabası, teşviklerden yararlandırılma fırsatını yitirmekten korkmaları, iş sağlığı ve güvenliğine aykırı uygulamalarına ve kayıt dışı işçi çalıştırmalarına göz yumulacağı beklentileri…

Düzene uyum sağlayamayanlar sahneyi terk etmek zorunda kalıyor. Onlara örgütleri de sahip çıkmıyor. Çünkü kapitalizmin doğasına aykırı bir durum söz konusu değil.

***

Büyük sermaye, kârlarını şimdilik artırabiliyor. Ancak ekonomik kriz, dünyayı giderek sarmalıyor: Fırsatlar ve olanaklar azalıyor; tehditler artıyor.

Acilen önlem almak zorundalar. Sermayenin geleneksel çözümünü biliyoruz: Faşizm!

Faşizmin kendine özgü, sosyal, kültürel yapısı var. Toplumun bunlara hazırlanması, olası direnç odaklarının kırılabilmesi açısından önemli. İyi kötü yasal bir “çerçeve” de gerekiyor.

AKP yıllarca bu işlerle uğraştı. Sonunda, demir yumruklu yasama, yürütme ve yargı kuruldu. Yıkılamaz, ülke çıkarlarını Dünyadaki bütün liderlere dikte ettirebilen güçlü bir “Reis” imajı yaratıldı.

Bütün bunlar olurken düzen muhalefeti, Meclis içinde “direniyor, önlemeye” çabalıyordu. Oysa milletvekillerinin partilerine dağılımına bakılsa, boşa çaba olduğunu görebilmek pek de zor değildi. Bu yöntemi çıkarılan her yasada olmak üzere yüzlerce kez denediler.

Onların bu direnişi işimize yaramadı ama toplumda oluşan beklenti, Ülkeyi bu günlere getirdi.

Şimdi düzenin iktidarından olduğu kadar, muhalefetinden de bir şey beklenemeyeceğini biliyoruz.