Milyonlarcayız

Bu memlekette şu an itibariyle temel, orta ve yükseköğretimde toplam 1 milyon 610 bin öğrenciye din eğitimi veriliyor: 1 milyon 291 bin öğrenci, İmam Hatip ortaokulu ve liselerinde; 318 bin öğrenci ise yükseköğretimde ön lisans ve lisans düzeyinde din ve din bilimleri alanında. İmam hatiplerde okumayanlara da seçmeli adı altında “Peygamberimizin hayatı” gibi dersler dayatılıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı, yalnızca 2012-2015 yılları arasında düzenlediği kurslarla, yaklaşık 3 milyon 300 bin kişiye hafızlığı ve Kur’an okumayı öğretti. Türkiye Diyanet Vakfı da bunlardan geri kalmıyor. Üstelik kurduğu 29 Mayıs üniversitesinde neredeyse bütün öğrencilere burs veriyor; ücretsiz yurt olanağı tanıyor.

Kimsenin kapsam dışında kalmaması için elden gelen yapılıyor: kamu hizmetlerinden, sosyal ve kültürel amaçlardan ya da halkın çıkarına olacak yatırımlardan esirgenen kamu kaynakları, din eğitimi yapan kurumlara boca ediliyor.

Öyle büyük paralar harcanıyor ki; üzülmemek elde değil. Oysa o paralarla neler yapılırdı…

MEB Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, 2016 yılında 5 milyar lira harcadı. 2011-2016 yılları arasındaki toplam harcaması 15 milyar 54 milyon lira. Bunun 5 milyar 203 milyon lirası ödenek üstü. Kesin Hesap Yasası görüşmeleri sırasında neden ödeneğini aştığı sorulmadı; tamamlayıcı ödenek verilip kapatıldı.

İmam Hatip okul ve pansiyonlarının yapım projelerine de büyük paralar ayrılıyor: 2015-2017 yılları arasında 2 milyar 154 milyon lira öngörüldü. Aynı dönemde Milli Eğitimin yapım projelerinin toplamı 11 milyar 406 milyon liraydı.

2016 yılında, Cumhurbaşkanlığı; TBMM; Anayasa Mahkemesi; Yargıtay; Danıştay; Sayıştay; Başbakanlık; MİT Müsteşarlığı’nın harcamalarının toplamı, 6 milyar 622 milyon liraydı. Diyanet İşleri Başkanlığı ise tek başına 6 milyar 517 milyon lira harcamıştı.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, 2003-2016 yılları arasındaki harcamalarının toplamı, cari fiyatlarla 44 milyar 515 milyon; 2016 yılı fiyatlarıyla 59 milyar 164 milyon lira.

Türkiye Diyanet Vakfı da kendince büyük paralar kullanıyor. DİB, sorunlu harcamalarını bu Vakfa bir biçimde aktardığı paralarla gerçekleştiriyor. Çünkü Vakıf, daha gevşek denetleniyor. 2016 yılı harcaması 622 milyon 808 bin lira. 2015-2017 arasındaki üç yılda toplam 1 milyar 489 milyon lira harcamış.

Yukarıda sıralananlar, kurumların bütçe ya da bilançolarında görülebildiği için hesaplananlar. Bir de görülmeyenler var. Üstelik onlar da gizli, açık yöntemlerle kamu kaynaklarından aktarılan paralarla besleniyor. Çok sayıda dinci vakıf ve derneğe, kamu taşınmazları tahsis ediliyor; çeşitli çıkarlar sağlanıyor; kamu ihalelerine giren yüklenicilerden bu örgütlere bağış yapmaları isteniyor. Bağış yapıyorlar ama gerçekte onların ceplerinden çıkmıyor. Hakediş tutarlarına ekleyip geri alıyorlar. Bu herkesin bildiği bir sır.

Peki, neden din öğreteceğiz diye zaten kıt olan ülke kaynaklarını böyle harcıyorlar?

Çünkü patronların işine, itaat eden; düşünme yetisi köreltilmiş; hak, hukuk deyip sorun çıkarmayan kişiler yarıyor. Okullarında, iş dünyasının gerektirdiği teknik becerileri edinsinler yeter.

Bu nedenden ötürü düşünmek yasaklandı; aydın olanlar potansiyel suçlu sayılıyor.

Darbe girişimi gerekçe gösterilerek, orta ve yükseköğretim kurumlarından binlerce eğitim emekçisi atıldı, gözaltına alındı ya da tutuklandı. Kalanların üzerinde büyük bir baskı kuruldu: sessiz kalmaları yetmiyor, yandaş olduklarını kanıtlamaları bekleniyor.

Yaşayabilecekleri iklim yok edildi ve bu nedenle de çoğunun gözü dışarıda.

İnsanın aklı almıyor! Devlet, onca emekle yetiştirdiği beyinlerin göç etmesi için çabalıyor. Bunu bir tek Hitler yapmıştı.

Giderek çoraklaşıyoruz.

15 Temmuzun yıldönümünde camilerde, meydanlarda ezanlar, selalar okuyup; tekbirler getirdiler. Mecliste bile Kur’an okundu. Arada bir; “halk demokrasiye sahip çıktı (…), destan yazdı (…) darbeyi önledi” gibi sözler etseler de; bu anma biçiminin hiç de hayra alamet olmadığı çok açık: hedef tahtasına şimdi de laiklik konuldu. Özü zaten kalmamıştı, sözünü de ettirmeyecekler.

Tablo görüldüğü üzere pek parlak değil. Ama bu saptama, aşamayız anlamına gelmiyor.

SWOT analizi ile işe başlasak nasıl olur? İşletmelerin güçlendirilmesi ya da düze çıkarılması amacıyla patronların kullandığı bu yöntem belki bizim de işimize yarıyordur.

Güçlü ve güçsüz yanlarımızı; fırsatlarımızı ve üzerimizdeki tehditleri sıralayıp, neler yapabileceğimizi bir düşünelim.

Güçlü yanımız: Milyonlarcayız.

Zayıf yanımız: Ne yazık ki bunun farkında değiliz.

Fırsatlar: Kapitalizm, bir krizden çıkmadan ötekine giriyor. Daha düne kadar refah içinde olan ülkelerin bugün ne hale geldiklerini görüyoruz. Sistem, kendisini koruyabilme gücünü hızla yitiriyor; acımasız bir rekabet, yeni bir paylaşım savaşını dayatıyor; böyle yönetilmek istemeyen insanların sayısı da giderek artıyor.

Tehditler: Amacı sistemi korumak olan, medya; devletin kolluk gücü; sorgulama yetisini yitirmiş beyinlerin giderek çoğalması.

Bu analizi biraz geliştirsek diyorum.