Metal grevinin kapatılması üzerine düşünceler

Metal grevi, önce ertelendi, daha doğrusu yasaklandı. Ardından, patronların sendikası MESS, isteklerin bir bölümünü kabul edeceğini duyurdu. Böylelikle grev, daha başlamadan ve dal budak salmadan “kapatıldı”.

İlk kez böyle bir şey oluyor. AKP, bugüne değin 14 grev yasakladı. Hiçbiri, grev tarihine daha on gün varken yasaklanmamıştı. Ve hiçbirinde işverenler, masadan kalkıldıktan sonra yeni önerilerle gelip işçileri razı etmek çabasına girişmemişti.

Bu, alıştığımız bir davranış değil.

Patronların geri adım atmasında, işçilerin kararlı duruşlarının önemi, gücü ve etkisi yadsınamaz. Yalnızca MESS’i değil, kendi sendikalarını da direnmeye zorladılar ve başardılar.

Direnişlerinden ötürü onlara bir selam gönderelim.

Patronlara da geçmiş olsun diyelim. Kolay değil, 130 bin işçi greve çıkıyordu, aileleriyle birlikte yarım milyon insan. Enerjinin büyüklüğünü düşünebiliyor musunuz?

Başarıldı ama AKP’de oyun bitmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Metal direnişi özelinde neler kotarmaya çalıştıklarını ve aldıkları dersleri doğru tahlil etmezsek; bunlara karşı önlemler geliştiremezsek, başarılarımızın sürekliliğini sağlayamayız; tıkanırız.

Peki, neler kotarmaya çalışıyor olabilirler?

İktidarlar, eğer baskın bir seçim kolluyorlarsa, oy yitirmelerine yol açacak işlerden kaçınırlar. Bu onların doğal refleksidir. Demek ki akıllarında bir erken seçim var.

Yasaklama kararını, greve daha 10 gün varken vermelerinin de bir nedeni olmalı. Belki MESS’e yeni bir öneri süresi tanıyıp, “barış için özveriden çekinmeyen işveren” algısı oluşturmayı hedeflemişlerdir.

Bu arada yaptıkları işin, uzlaşmaya yatkın ve kendilerine yakın gördükleri işçi sendikalarını, “grev badiresinden” zarar görmeden kurtarılmasına yarayacağını mutlaka düşünmüşlerdir. Eğer MESS, yeni bir öneriyle gelmeseydi, toplu sözleşme imzalanmayacak “yasadışı bir greve kalkışmayacağını” ilan eden T. Metal, grev yapmakta direnme kararı alan Birleşik Metal İş karşısında zor durumda kalacak, itibar yitirecekti. Böylelikle bu tehlikeyi de savuşturmuş oldular.

Zorlukları fırsata çevirmeyi bir kez daha başardılar.

AKP, bu aralar işçi düşmanı ününü unutturmaya çalışıyor. Bu amaçla yaptığı işlerden biri, Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nı gündeme taşıması.

GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ AVRUPA SOSYAL ŞARTI (ŞART)

Kısaca tanıtmakta yarar var: 1965 yılında yürürlüğe giren Avrupa Sosyal Şartı 1996 yılında güncellendi, 1999 yılında yürürlüğe girdi. “Gözden Geçirilmiş” sözü buradan geliyor.

ŞART, Avrupa Konseyi’nin AİHS ile birlikte en önemli iki belgesinden biridir. AİHS’de sivil ve siyasal haklara yer verilir; ŞART ise bunların ekonomik ve sosyal alandaki karşılığını oluşturur. AB Anayasasına göre AB hukukunun bir parçasıdır. Sözleşmeyi 41 ülke imzalamıştır.

İçinde, ilkeler ve 31 maddede sıralanan yükümlülükler yer alır. Maddelerden 9’u çekirdek olarak belirlenmiştir ve onaylanmış sayılması için en az 6’sının kabul edilmesi gerekmektedir.

Onaylayan ülkeleri bağlar. Ancak bu zorunluluğa pek uyulmaz. Her ülkede iktidarlar, duruma göre davranırlar. Avrupa İnsan Hakları Komitesinin 2014 Raporunda, 252 kuralının ihlal edildiği belirtilmektedir.

Türkiye, ŞART’ı 2007 yılında, başta örgütlenme ve toplu pazarlıkla ilgili düzenlemeleri olmak üzere çok sayıda maddesini dışarıda bırakarak onayladı. O günden bu yana hiç ses çıkmamıştı.

AKP İktidarının 11 Ocak 2018 günü, dışarıda bıraktığı maddelerin onaylanması için bir Yasa tasarısı vermesiyle bu sessizlik bozuldu. Tasarının gerekçesinde, iç hukukun ŞART ile öngörülen yetkinliğe ulaştığı ve onaylanmasının önünde engel kalmadığına vurgu yapılıyor.

Gerekçede yazılanların, AKP’nin gerek Avrupa Birliği/Komisyonu nezdinde, gerekse içeride itibar arayışına giriştiğini göstermek dışında anlamı yok. Çünkü yazılanlar doğru değil.

Adil ücret kuralından başlayalım: ŞART’ın 4’üncü maddesinde; “çalışanların kendilerine ve ailelerine iyi bir yaşam düzeyi sağlayacak ücret hakkına sahip olduklarını tanımayı (…) taahhüt ederler” kuralı yer alır. AKP’nin verdiği tasarının gerekçesinde aynen şöyle yazıyor; “yapılan incelemelerde halihazırda ülkemizde belirlenmiş olan asgari ücretin, ilgili Şart hükümleriyle uyumlu olduğu müşahede edilmiştir.”

Demek ki patronlar öyle düşünüyor.

Gerekçede yazılanlar doğru olsaydı eğer; Maliye Bakanlığı, kreş hizmetlerinin bütçeden karşılanmasını yasaklayan Bütçe Uygulama Tebliğleri çıkaramaz, Sayıştay bu Tebliğleri gerekçe gösterip, kurum çalışanlarının çocuklarına verilen kreş hizmetlerine kamu zararı diyemez, Belediye de paraları çalışanlardan tahsil etmeye kalkışmazdı. Çünkü her kurum kendisini ŞART’ın; “Ailevi sorumlulukları olan çalışanların fırsat eşitliği…” başlıklı 27’nci maddesindeki; “kreş hizmetleri ve diğer çocuk bakımı ile ilgili düzenlemeler olmak üzere, kamusal ya da özel hizmetleri geliştirmek...” kuralına uyması gerektiğini bilir ve ona göre davranırdı.

Eğer doğru olsaydı; işverenlerin iflas ya da zor duruma düştükleri için, işçilerin yasal haklarını ödeyememeleri gibi bir neden, kıdem tazminatı fonu kurulmasına gerekçe yapılamazdı. Çünkü herkes 25’inci maddede, işçi haklarını koruma yükümlülüğünün Devletin görevi olduğunu ve bu görevini, ŞART’ın çalışma hakkını düzenleyen maddelerine uyarak, iş güvencesine zarar vermeden yerine getirmek zorunda olduğunu bilirdi.

Eğer doğru olsaydı; yüzbinlerce kişi, sorgusuz sualsiz ve kim oldukları bilinmez birilerinin ihbarlarına dayanarak OHAL Kararnameleriyle işlerinden atılmazdı. Çünkü kamu yetkisi kullananlar, keyfi davranışlara izin verilmediğini bilir; kullandıkları yetkiler ile nedenlerini Konsey Genel Sekreterine açıklamaları zorunluluğuna uyar, böylelikle Konseyin söz hakkı doğar ve olası itirazları, haksızlığa uğrayanlara dayanak oluşturur, işten atılmalar bütünüyle önlenemese bile azaltılabilirdi.

Eğer doğru olsaydı; İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, patronlara güvenlik raporu hazırlamadan işyeri açma izni verilmesi amacıyla değiştirilmezdi.  2014 yılında yürürlüğe girmesi gereken, 50’den az işçi çalıştırılan işyerlerinde iş hekimi ve iş güvenliği uzmanı çalıştırılması kuralı, çıkarılan yasalarla 2020 yılına değin ertelenmezdi. Çünkü Meclis, bunların ŞART’ın 3‘üncü maddesiyle öngörülen “Güvenli ve Sağlıklı Yaşam Koşulları” hakkına aykırı olduğunu bilir, onay Yasasına sahip çıkardı.

Örnekler çoğaltılabilir. Zorunlu arabuluculuk; esnek ve uzaktan çalışma; kiralık işçilik... Ama uzatmayalım, hiç gereği yok.

Ülkeler, bu tür uluslararası antlaşmaları uymak için onaylamıyorlar. Uymadıklarında zorlayacak etkili bir araç öngörülmüyor zaten. İmzalamış olmaktan ötürü bir yük üslenmeleri de gerekmiyor. Onlar da basıyor imzayı.

AKP onlardan geri mi kalsın?

Şunu unutmayalım: Başarıyı imzalanan sözleşmeler değil, direnişimiz belirleyecek.