Kentleşen yaylalar

30 Temmuz 2013 günlü mükerrer Resmi Gazete’de devlet ormanları içinde bulunan toplam 7 bin 70 hektar büyüklüğündeki 295 alanın yayla ilan edildiğine ilişkin bir Bakanlar Kurulu Kararı yayımlandı. Ülkede çok daha fazla sayıda yayla olduğu dikkate alınırsa, işlemleri tamamlandıkça yeni kararların da yayımlanacağı düşünülebilir.

Kararın yasal dayanağını, Orman Yasası’nın 17. maddesine, kamuoyunda 2/B yasası olarak ünlenen 6292 sayılı Yasa’yla eklenen bir fıkra oluşturuyor. Fıkrada, 31.12.2011 tarihinden önce toplu yerleşimin bulunduğu yaylak ve otlak olarak kullanılan yerler ile geleneksel yaylacılık amacıyla kullanılan yerlerin “kullanım bütünlüğü de dikkate alınarak” Bakanlar Kurulu’nca yayla alanı olarak ilan edilebileceği belirtiliyor. İşgalcileri bu alanları, 29 yıla değin kiralayabilecek, isterlerse süre yeniden uzatılabilecek. Maddede bu yerlerin “nüfus yoğunluğu, yöresel ihtiyaç ve sosyal problemler dikkate alınarak” Orman Genel Müdürlüğü’nce her tür ve ölçekte planlanabileceği belirtiliyor.

Yasaya eklenen fıkranın ve yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı’nın şöyle bir anlamı var: Yaylalar özel mülkiyete konu olamıyor. Üstelik hayvanların planlı otlatılması, güvenli bir biçimde gecelemesi ve dağılmalarının önlenebilmesi için geçici çevirmeler dışında bina yapılması da yasak. Ancak devlet yasağına sahip çıkamamış, yasak yasalarda kalmış. Yörede yaşayanlar, yaylaları yazlıkları gibi kullanmaya başlamışlar. Devlet ise yol, okul, PTT, cami, gibi kamusal nitelikli hizmetler götürerek yapılaşmayı özendirmiş. Nüfus yoğunluğu ve üzerindeki yapılara baktığınızda birçoğunun kasaba büyüklüğünde olduğunu görüyorsunuz.
Yaylalardaki yapıların hukuksal bir temeli olmasa da bir biçimde alınıp satılabiliyor. Ama yine de işgalci durumundalar. Kendi aralarında sınır çekişmeleri yaşamaları ise ayrı bir sorun. İşte bu sorunların hepsi, Yasa’ya eklenen bir fıkra ile işgalcilerinden alınacak küçük bir kira karşılığında çözümleniyor.

Bununla kalınsa iyi, denebilir ki, “İşgalci ama çoğu 50 yılı aşan süre orada aynı konumda yaşamış, yıkmamız pek de doğru olmaz.” Bu kadarla kalmayacağı anlaşılıyor. 2011 yılı sonundan sonraki yapıların yıkılacağı ve yenilerine izin verilmeyeceği yazılı olsa da, Orman Genel Müdürlüğü’ne “yöresel ihtiyaçlar” gibi çok iyi tanımlanmamış, ilke ve ölçütleri net olarak belirlenmemiş terimlerle, her tür ve ölçekçe plan yapma ya da yaptırma yetkisi tanınması, haklı olarak yapılaşmanın artırılarak sürdürülmesinin hedeflendiği kuşkularına yol açıyor.

Gerekçesindeki şu sözler kuşkuları besliyor “orman içinde mevcut yerel halkın ihtiyaçları için gerekli bir yerleşim yeri haline dönüşmüş olan yaylaların değerlendirilmesi ve mevcut yayla alanlarından faydalanmanın planlı ve düzenli hale getirilmesi…” Kent ve yerleşim sorunlarının tartışıldığı toplantılarda bürokratların yaptıkları konuşmalar ise bu kuşkuları pekiştiriyor.

Yayla, otlak ile birlikte kullanılan bir terim. Çünkü yaylanın çoğu otlaklardan oluşuyor. Hayvancılığın bitirilmesiyle yaylalar amaçsız kaldı, önemsizleşti. “Yayla” sözcüğü tek başına kullanılmaz oldu. Artık “yayla turizmi”nden söz ediliyor. Giresun Valisi’nin 2013 yılı Temmuz ayındaki bir toplantıdaki, “yaylalarda kentsel dönüşüm yapacağız” sözlerini işittiğimde tüylerim ürperdi. 27 Temmuz günü ettiği şu sözler ise amaçlarını nasıl gerçekleştireceklerini açıklıyor: “Önümüzdeki yıl ‘buyrun, yaylanıza sahip olun’ diyeceğiz. ‘Sahip olun’ derken, tabii ki 29 yıllığına kiralayacağız.(....) 1-1,5 yıl içerisinde binalarını yapmalarını isteyeceğiz ve böylece yaylaları artık turizme açacağız.”

Ormanları, turizm, madencilik gibi nedenlerle sürekli gagalıyorlar, delik deşik oldu. Bu arada yaylalar da tüketiliyor: 2011 yılında çıkarılan 648 sayılı KHK ile İmar Yasası değiştirildi, otlak ve yaylaların tahsis amacının kaldırılarak Belediye, Özel İdare ve çeşitli kurumların kullanımına verilmesi sağlandı. Ayrıca Turizm ve Maden yasaları değiştirildi böylelikle başka amaçlarla kullanılmalarının yolu açıldı. Yaylalar artık yayla olarak değil, orman içlerinde yerleşmenin bir adı olarak anlam taşıyor.