İller Bankası’na ne oldu?

Yolsuzluklar, gözaltılar, Emniyet’e yıldırım hızıyla yapılan atamalar, kanıtları karartma çabaları, bakanların istifaları, yeni bakanlar kurulu gibi konular ülke gündemine bomba gibi düştü. Ortalık toz duman içinde. Dualar-beddualarla gelişen bir süreç izliyoruz. Bir süre daha suların durulmayacağı anlaşılıyor. Herkes televizyonlara twitterlere kilitlenmiş her an yeni bir haber ya da hükümet erkanından birinin lastik patlatmasını heyecanla bekliyor.

Heyecan insani bir duygu ama sağduyuyu dışlamamalı. Bu tür gelişmeler beklenmiyor değildi. AKP’nin gidici olduğu daha Haziran’da belliydi. Mücadele biraz sert geçiyor o kadar.

Demokrasinin üçüncü yıldızı Erdoğan dişli çıktı. Kurtulabilmek için Pakistan’a gidip yollarına gül bile döşetti. Gidene değil, sistemi kimin ne tür bir amaçla kurtarmaya istekli olduğuna bakılması şu günlerde önem kazanıyor. Çünkü sistem Anadolu’yu yağmalatmak üzerine kurulu.
Bu yazıda sistemin temel taşlarından biri olan İLBANK’tan söz edeceğim. Bir İller Bankası vardı. Adı “banka”ydı ama bankacılık işi yapmak için kurulmamıştı. Geniş bir uzman kadrosuyla belediyelerin içme suyu, arıtma, gibi altyapılarına teknik yardım, proje ve finansman desteği verirdi.
İller Bankası’nın gündelik siyasete duyarlılığı her dönemde eleştirilmişti. Ancak AKP döneminde kayırmacılık, doruğuna ulaştı. İLBANK Yasası’nın, 2011 yılında Meclis’teki görüşmeleri sırasında, 2010 yılında desteklenen 53 Belediye’nin 49’unun AKP’li olduğu belirtiliyordu.

Kayırmacılıkla yetinmediler. Yağmanın çok daha organize bir ortamda yürütülebilmesi amacıyla, 2011 yılında bir yasa çıkarıp, İller Bankası’nı piyasa ve bankacılık kurallarına göre çalışan gerçek bir bankaya dönüştürdüler.

Dünya Bankası, yerel yönetimlerin kamu kaynaklarından beslenmesini doğru bulmuyor. Kâr ile ilişkilendirilmemiş hizmetin sürdürülebilir olamayacağını söylüyor. Ticaretin gereklerine göre çalışan, yurtiçi/yurtdışı kaynaklardan özgürce borçlanan ve borçlarını düzenli ödeyebilen, ödeyemediğinde taşınır, taşınmaz mallarına icra yoluyla el konulabilen bir belediye modeli öngörüyor. Tasarının Meclis’teki görüşmelerinde “Kredibiliteleri olmadığı için borçlanamıyorlarsa ya da borçlarını ödeyemiyorlarsa halka kim hizmet verecek” sorusunu zamanın Bayındırlık ve İskan Bakanı bakın nasıl yanıtladı: “Bu tamamen belediye yöneticilerinin yönetim performansıyla doğru orantılı bir şey. Borcuna katkı sağlama imkanımız yok.”

İLBANK, yerel yönetimlere ticari kurallara göre hizmet vermek, onları uluslararası finans odaklarıyla buluşturmak gibi amaçlarla kuruldu. Yönetim Kurulu’nun 5 üyesini Bakanlık belirleyecek. Kalan 2 üyenin ise Bakanlığın belirlediği 4 aday arasından, genel kurul tarafından seçilmesi öngörülüyor. Özerk yapı böyle oluyor demek ki.

İLBANK’ın kurulmasıyla, Anadolu’da gözü olan tekellere bir hizmet aracı daha sunulmuş oldu. Yasaya, 5 ay sonra 648 sayılı KHK ile bir ek yapılarak, kâr amaçlı bina projeleri üretmelerine de olanak tanındı. Belediye taşınmazları üzerinde gelir paylaşım esasına göre konut, AVM gibi yapılar yapabilecek. Kısacası TOKİ’ye bir kardeş geldi.

Bankanın Genel Müdürü gerek kendi taşınmazları, gerekse belediyelerin atıl durumdaki taşınmazlarını değerlendirmek istediklerini söylüyor. Birkaç gün önce Çankaya’da 11 dönüm arsasını gelir paylaşımı sözleşmesiyle sattı. İhaleyi MESA kazandı. Başkentlilere tek çatı altında çağdaş yaşam alanı sunacaklarmış. Projede kapalı otopark, kapalı yüzme havuzu, fitness salonu gibi olanaklar yer alıyormuş. Ayrıca Esenler’de 72 dönüm üzerinde konut yapmak üzere ihale hazırlıklarına girişmişler.

Maltepe, Tuzla ve Elazığ’da hazırlıklar sürdürülüyormuş. Genel Müdür, uygulamanın küçük kentlere doğru yaygınlaştırılacağını belirtiyor. Çok kârlıymış.

Yeni projeler için yurtdışı finans olanakları ve yeni ortaklar arayışına giriştikleri anlaşılıyor. Bugünlerde kentsel dönüşüme para bulmak için Dünya Bankası, Avrupa Yatırım Bankası ve Japonya İşbirliği Ajansı ile görüşüyorlar. Anadolu’yu pazarlamak için var güçleriyle çalışıyor, ellerinden geleni esirgemiyorlar.

Anadolu’yu yağmalatmakla yetinmeyecekleri anlaşılıyor. Yasayla yurtdışında da proje yürütmelerine olanak tanındı. Ortadoğu, Afrika, Kafkaslar ve Balkan ülkelerinde çok istek varmış. Oralara da hizmet verecekler.

Sistemi kurtarmak için kolları sıvayan siyasi partilerin, cemaat vb oluşumların bu gibi konularda ne düşündüklerini bilmek istiyoruz. Bütün söylemleri hastalığın belirtilerine odaklanıyor. Oysa hastalığın nedenlerinin ortaya konulması çok daha önemli. Karar vermeliyiz: Kişilerden mi kurtulmak istiyoruz? Yağmadan mı?

Bugünlerde Ahmet Arif’in şu dizeleri aklımdan çıkmıyor:
Beşikler vermişim Nuh’a
Salıncaklar, hamaklar
Havva Anan dünkü çocuk sayılır
Ben Anadolu’yum
Tanıyor musun?