İleri demokrasinin ve kalkınmanın araçları: Yeni anayasa ve varlık fonu

“Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş anayasası” eğer referandumda kabul edilirse, Dünyanın en demokratik(!) ülkelerinden biri olacağız.

Bundan böyle, milletin %20-30 oyunu alan partiler, ülkeyi yönetmeye kalkışamayacak. En az %50+1 kişinin oyunu almış olan bir başkişi, çoğunluğu temsil ediyor olmanın verdiği güvenle, ülkeyi yönetecek. Bu arada milletin arasına nifak sokan ve birlik beraberliğimizi bozan koalisyonlar sorunu da kendiliğinden ortadan kalkacak.

Başkişinin bu zor işlerin üstesinden gelebilmesi için güçlü yetkilerle donatılması gerekiyor.

Yeni anayasada bütün bunlar düşünülmüş. Seçimleri yeniletmek; KHK’lerle bakanlıklar kurup, bakanlıklar kaldırmak; yüksek yargıçları, kendi yardımcılarını, bakanlarını ve üst düzey bürokratlarını seçip atamak; bütçeyi hazırlamak ve onaylamak gibi yetkiler, başkişiye bu zor ve önemli görevi gerçekleştirilmesi için veriliyor.

Ayrıca hiç kimse hesap soracağım diye ortaya çıkıp başkişinin saygınlığına zarar veremeyecek.

***

Varlık Fonuna gelince: Yasasının gerekçesinde, kamu kaynaklarının yatırım fonlarına aktarılarak, stratejik sektör, şirket ve projelere kaynak sağlanması yoluyla kalkınmanın hızlandırılması, sürdürülebilir büyüme oranlarının yakalanması ve ekonomik istikrarın sağlanması gibi amaçlar sıralanıyor.

Böylesine önemli görevin gerçekleştirilmesi için, fona daha çok kaynak; yöneticilerine daha çok yetki ve borsada korkmadan oynayabilmeleri için denetimden arındırılmış bir ortam sunuluyor.

Yeni anayasa ile Fon yasasının ortak özelliği; güçlü yetkiler ve sorumsuzluk. Bunlar AKP demokrasisinin olmazsa olmazları.

Fonun, Başbakanın seçeceği 5 kişiden oluşan yönetim kurulunca, ihale/sözleşme, çalışma yasalarına da, sermaye piyasasını düzenleyen yasalara da uymaksızın yönetmesi öngörülüyor.

Fonun yönetilmesiyle kazanılacak para, mega projeler yapacağım diyen şirketlere, oradan kazanılan paralar da yeni projelere aktarılacak ve böylelikle yatırımlar çığ gibi büyüyecek.

Fon yöneticileri, devredilen varlıkları, rehin-ipotek- karşılık göstererek, garantiler vererek, iç ve dış piyasalardan borçlanabilecek; sermaye piyasalarında/borsalarda, değerli kâğıt alım satımı yapabilecek; yeni fonlar ve şirketler kurabilecek.

Yukarıda sıralanan işleri yapmaya Fonun parası yetmediğinde, emeklilik, işsizlik gibi fonlarda birikmiş paraların da varlık fonunun çıkaracağı tahvillerin satın alınmasında kullandırılmasının önünde hiçbir yasal engel yok.

Fona devredilen kuruluşların nasıl yönetileceği ise belirsiz. Ziraat Bankası; Halk Bankası; Eti Maden; EİAŞ; BOTAŞ; TKİ gibi kuruluşlar devredildi ve bunların nasıl yönetileceğini Başbakan ve Maliye Bakanının sözlerinden öğrenebiliyoruz: yönetim kadrolarına dokunmayacaklarını, eskiden nasıl yönetiliyorlarsa aynı biçimde yönetileceğini söylediler.

Ancak bu sözler doğru değil: Gündelik idari işlerin yürütülmesi ile kurumun politikasının biçimlendirilmesini aynı şey sanıyorlar. Kurumun patronu Vakıf A.Ş. olduğuna göre, kime hangi koşullarda ne kadar kredi verileceği, borcunu ödemeyen hangi şirketlerin üzerine gidileceği; nerelere yatırım yapılacağı gibi kararları elbette Fon yöneticileri verecek.

Bu arada geçerken, çok büyük bir tehlikenin varlığına dikkat çekmekte yarar var: Fona devredilen kuruluşlar arasında yer alan Eti Maden, Türkiye’deki bor rezervlerinin imtiyaz sahibi ve Türkiye, Dünya Bor kaynaklarının %72’sine sahip. Uluslararası tekeller yıllardır, bor rezervlerini ellerine geçirmek için mücadele veriyor. Toplumun duyarlığı nedeniyle bugüne değin başaramamışlardı. Fona devredilmesiyle, kimsenin haberi olmadan sessizce özelleştirilebilecek.

Devasa kaynakların teslim edildiği ve sınırsız yetkilerle donatılan Fon yöneticilerinin hiç sorumluluğu yok. Para yatırdıkları şirketler batmışsa; Fonun yükümlülüklerini yerine getiremeyip rehinler, ipotekler paraya çevrilmiş ve ülkenin kurumlarının haraç mezat satılmasına yol açmışlarsa; ya da zarar ediliyorsa, hiç sorun değil: kâr- zararın kardeşidir deyip kurtulurlar.

Fon, kamu kaynaklarını kullanılıyor ama Sayıştay denetleyemiyor. Varlık Fonu gibi bir örgüt yapılanmasının denetlenebilmesine zaten olanak da yok. Çünkü denetim, kurala aykırılıkları sorgular. Kural konulmamış, kim neyi denetlesin? Diyelim ki, kredi notu 3’den aşağı olan tahviller alınamaz gibi bir kural öngörülse ona bakardı. Harcırah Yasasını uygulamak zorunda olsa fazla ödenmiş mi diye bakardı.

Yasada Fon ve şirketin, bağımsız denetim şirketlerince mali tablolar üzerinden denetlenmesi, yazılan raporların, Başbakanın seçeceği üç kişiden oluşan bir kurula yeniden inceletilmesi ve bu kurulun yazdığı raporun, Bakanlar Kuruluna, oradan da Plan Bütçe Komisyonuna gönderilmesi öngörülüyor.

Adına denetim diyorlar ama aslında özel şirketin yazdığı raporda iktidarı zora sokabilecek denetim bulguları varsa, temizlesin diye başbakanın seçeceği üç kişinin süzgecinden geçirilmesi öngörülüyor.

***

Varlık Fonu aracılığıyla kamunun bütün varlıklarının, ilansız/ihalesiz, istenilen kişiye ve istenilen paraya özelleştirilebilmesi olanağı tanınıyor. Sermayenin kamu varlıklarına ilgisinin de çok olduğunu biliyoruz.

Oysa patronlar, Varlık Fonu Yasasına ihtiyatlı yaklaşıyorlar.

TÜSİAD’ın yeni başkanı, 12 Şubat günü basının karşısına geçti ve Varlık Fonu yasasıyla ne yapmak istediklerini tam olarak anlamadıklarını söyledi. Yasa çıkarılırken ekonominin kurumlarından ve uzmanlardan bilgi alınsa, tartışmaya açılsa; denetimle ilgili bir düzenleme yapılsa, iyi olurdu dedi. Tasarrufları Varlık fonu çekeceği için pahalı kredi kullanmak zorunda kalacaklarından yakındı.

TÜSİAD Başkanı açıklamasında ayrıca, demokrasinin kurum ve kuruluşlarının işlemesi; güçlü ve iyi çalışan bir Meclis; bağımsız yargı; güçler ayrılığı; referandum öncesinde vatan hainliği suçlamalarıyla gerginlik yaratılmasının yanlışlığı gibi konulara da değindi. Epeydir bu tür eleştirilerden kaçınıyorlardı.

TÜSİAD sesini yükseltmeye başladı. Demek ki Ülkede bir şeyler değişiyor.