Herkes oradaydı...

Kamunun elinde kalmış son taşınmazlar da satılıyorken; imar planları değiştirilip yeşil alanların, tarıma elverişli toprakların üzerinde devasa yapılar yükselmesine yol açılıyorken, bereketli – huzurlu- güvenli kentler sözü vererek bizlerden oy isteyenler, dün olduğu gibi bugün de belediyelerin meclislerinde yer alıyorlar. Kimilerine iktidar, kimilerine muhalefet deniyor.

Gökdelenler yükseldikçe rantlar da yükseldi, yollar yetmez oldu. Sorunu çözmek adına kentlerin orta yerlerine hançer gibi otoyollar sapladılar. Ama yetmiyor.

Bu işler kotarılıyorken iktidarıyla, muhalefetiyle herkes oradaydı. Ama ne yazık ki kimse oralı değildi.

Muhalefetten sayılan meclis üyeleri büyük bir olasılıkla alınan kararları eleştirmişler, bir çoğuna da karşı oy vermişlerdir. Sorsanız, “mecliste üye sayımız yetmiyordu daha ne yapabilirdik?” diyeceklerdir.

Bu sözlere aldanmayalım. Sayılarının olumsuzlukları önlemeye yetmeyeceği sır değil, bunu herkes biliyor.

Kimse onlardan çoğunluk partisinin üyelerini ikna etmesini beklemedi. Yaşadıkları kentlere sahip çıkma özlem ve isteğinde olanlara önderlik etsinler, yol göstersinler yeterdi. Bunları yapmak için iktidar olmak değil kararlı olmak gerekiyordu. Ama onlar hep; “iktidar olmadan olmaz” diye dayattılar.

Milyonlarca oy alanların, meclislerde üye sayılarının yetersizliği gerekçesine sığınmalarını haklı göremeyiz. Bir şeylerin mücadelesini vermiyorlarsa, istemediklerindendir.

İstemediklerini biliyoruz. Bunu söylemek için çok nedenimiz var: Belediye meclislerinde alınan yağma kararlarını kamuya açıklamaktan kaçındıkları örneklere bile rastlanabiliyor.

En yakın örnek, AOÇ topraklarına ilişkin olanı. Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi, 14 Mart günü aldığı bir kararla imar planını AOÇ’nin 250 bin m² toprağının Özel Kuvvetler Komutanlığına kiralanmasını sağlayabilecek bir anlayışla değiştirmiş. Bunu “muhalefetten” değil; Mimarlar Odası Ankara Şube yönetiminin açıklamasıyla öğrendik. Böyle çok örnek var.

Tarihi Ankara Garının üzerine abanmış gibi duran, içinden tren geçen devasa bir AVM yapılması kararı alınırken de hemen yanı başındaki belediye otobüslerinin park yeri olarak da kullanılan EGO arsasının üzerine onlarca çok katlı konut yapılması kararı verilirken de hiçbiri etkili bir muhalefet yapmadı.

İktidar olmak isteyen bugünün “muhalefeti”, ODTÜ ormanını parçalayan imar planı tartışılırken de sessiz kalmıştı. Odalara, derneklere gereken desteği vermedi.

Keçiören yolu üzerindeki süzgeç binasını bugün kimse anımsamaz: Ankara’nın suyu orada süzülüp şebekeye verilirdi. Çoğu semtte çeşmelerden akan su içilirdi. Önce işlevsiz bıraktılar, sonra tarihi bir yapının ayakta kalmasına bile tahammül edemeyip yıktılar.

İstanbul’un sorunları çok daha ağır. AKM’nin yıkılmasına karşı cılız bir ses çıkarmanın ötesine geçilmedi. Yıkılan yapının yerine ne yapılmasının planlandığını bilemiyoruz; bittikten sonra göreceğiz. Karşısında devasa bir cami yükseldi. Taksim ve çevresine beton döküp saksıda ağaç yetiştirmeye başladılar, fıkra gibi.  Bu kararlar alınırken, sesleri çıkmayanlar şimdi son vermek için bizlerden oy istiyor. 

Büyük bir olasılıkla Gezi parkı da tehlikededir; yok etmek için zaman kolluyorlardır. 

Ataköy sahilinin Katarlılara peşkeş çekilmesi işlemi ise boyutlanarak sürüyor.

İzmir daha mı iyi? Fuar alanının imarından söz edilmeye başlanmasını hayra yormayalım. İzmir’in muhalefetten adayı, İzmir’in marka olmasından söz ediyor. Ticari terimler kullanılmasının bir anlamı olmalı.

Uzatmayalım, her kentten yüzlerce böyle örnekler verilebilir.

Düzen partilerinden emekçilerin çıkarına işler beklenemeyeceğini boşuna söylemiyoruz. Düzen partisi olmak, paranın peşinde koşanlardan yana olmak anlamına geliyor.

Besini para olanlardan uzak durmalıyız…